İSMET KARAOKUR HOCA EFENDİ

Onun çok sevilip sayılmasında yaşını, başını, bilgisini, tecrübesini, tatlı dilini, güler yüzünü, aşırılıklardan uzak itidalli halini, kalp kırmamaya dikkat etmesini, barışçı olmasını, aşırı ihtiyatını, ilgi ve nezaketini de katmak gerekir. Doğrusu o bu meziyetleri ile çok sevilip sayılmayı hak ediyordu.

Benim Garip Durumum

İsmet Karaokur Hocamı ara sıra görsem de esas tanımam Konya Müftülüğünden sonra Maraş’a vaiz olarak atanmasıyla olmuştur. Ondan önce uzun boylu sohbetimiz olmamıştır. Ancak kendisinin adını çok duymuşumdur.

Bazıları bu durumu garip görebilir. Haklılar. Bunun sebebi, benim İmam hatibi, yatılı okuma sebebiyle devletin icbarıyla Diyarbakır’da okumamdır.  Tatilde de köyümde olunca, Maraş’ı ve İmam hatip camiasını tanıyamadım. Bunun avantajları olduğu gibi zaman zaman dezavantajları da oluyor. Hayat böyle bir şey değil midir? Hayır içinde şer, şer içinde hayır bulunabiliyor. Marifet bunu görüp hikmetli davranmaktır.

Onu yakinen tanımazdan önce hakkında duyup öğrendiklerim şunlardır. Maraş’ta 1930’yılında doğmuştur. Babası şehrin eşrafından Hasan Efendidir. Özel hocalardan dini ilimleri tahsil etmiş, on yaşında hafız olmuştur. Özellikle de Bahçeci Hocada okurken efendiliği, ağırbaşlılığı ile dikkat çekmiştir, kendisine “İsmet Efendi” olarak hitap edilmeye başlanmıştır. Orada beraber okuyanlardan hep bunu duyduk.

İlkokulu dışardan bitirmiş, sonra yeni açılan İmam Hatip Okuluna girmiş, 1958’de oradan mezun olmuştur. 1960’da Maraş Ulu Camii İmam hatipliğine tayin edilmiştir. Sonra Ankara İlahiyat Fakültesine gitmiş,  1970 yılında mezun olmuştur.

Diyanette Görevi

Bir ara “Yüksek lisans” için Bağdat’a gitmiş, 1974 Yılında Müftü olarak atanmıştır. Kars ve Konya’da müftülük yapmıştır. Memuriyetinin son yıllarında nihayet Maraş’a vaiz olarak dönmüş, 1981 yılında emekliye ayrılmıştır.

Bu arada bir hayırseverin verdiği maddi imkânlarla “Saçaklızade Vakfını” kurmuş, vefatına kadar fahri vaizlik ve vakıf çalışmalarıyla ömrünü geçirmiştir. Nihayet 1997 yılında vefat etmiştir.

Hakkında Mustafa Sıddık Uslu Hoca Efendi tarafından “Kişi Sevdiğiyle Beraberdir” isimli bir eser hazırlanmıştır. Bu eserde onun hayatı ve yazar ile yaptığı hasbihal ve sohbetleri yazılmıştır. Bu arada dostlarının onu tanıtan yazılarına yer verilmiştir. Bizim de kısa bir yazımız vardır. Eserin baskı tarihi 2001 yılıdır.[1]

Ben onu önce gıyaben tanıdım ve sevdim. Aramızda çeyrek asırlık yaş farkına rağmen tanıştığımızda o da bizi sevdi ve değer verdi. Benim fahri vaizliğim ve ortak dostlarımız münasebetiyle sık karşılaşırdık. Bonmarşenin serin atmosferi ile Vehbi Şirikçi abinin misafirperverliği birleşince, orada çok buluşur olmuştuk.

İsmet Hocam cemiyet insanıydı. Her zaman toplum içindeydi. Esnafları ziyaret ederdi. İnsanlar da onu bir başka sayarlardı. Mesela yaptığı harika işlerden birisi, Saraçhane camiinde ikindi dersleri idi. On beş dakikalık bu dersler neredeyse klasikleşmişti. Arada ben de gider, bu dinî faaliyeti zevkle müşahede ederdim.

Hizmet Tarzı Ve Üslubu

Onun Maraş’ta çok sevilmesini bazıları şehirli, zengin ve müftülük makamına bağlamışlardır. Evet, her vilayette olduğu gibi bizim şehrimizde de yerli olanlar, nedense kendilerine bir üstünlük payesi vererek köylü veya kazalı hemşerilerine karşı kusurlu bir bakış açıları olmuştur. Bu yüzden bu düşünce kısmen doğru olsa bile onun sevilip sayılmasında eksik bir değerlendirmedir. Çünkü bu sevgide onun yaşını, başını, bilgisini, tecrübesini, tatlı dilini, güler yüzünü, aşırılıklardan uzak itidalli halini, kalp kırmamaya dikkat etmesini, barışçı olmasını, aşırı ihtiyatını, ilgi ve nezaketini ve cemiyet hizmetlerini de katmak gerekir. Doğrusu o bu meziyetleri ile sevilip sayılmayı hak ediyordu.

İsmet Hocam bu saygın konumunu iyi değerlendirirdi. Birçok insanın ihmal ettiği şehrin zengin iş adamlarını, sanayicilerini, siyasilerini ihmal etmez, ilişki kurar, bunu dine davet ve irşatta kullanırdı. Her yerde eksik bakışlar, kusurlu görüşler ve kıt değerlendirmeler olur. O yüzden bu çok güzel meziyetlerini anlamayan kimileri bunu bir noksanlık sayarak “zenginlerin hocası” gibi hoş olmayan bir sıfatla ifade etmeye kalkışmışlardı. Oysa bu zenginlerin dinî duygu ve bilgilere fakirlerden daha çok ihtiyacı vardı. Zira onlar mal fitnesi ile imtihana tabi tutulmuşlardı. Azıtmaları fakirlere göre daha mümkün ve kolaydı. Hâlbuki onlar bozulursa, zararları umumi olabilirdi. Tam tersi, iyi bir Müslüman olduklarında bu bozulma olmadığı gibi, malları ile dinimize, kültür ve medeniyetimize katkı sunabilir, başta fakir fukara olmak üzere daha çok insanlara yardım edebilir, sosyal hizmetlere katılabilirlerdi. İnsanlar bu çıplak gerçeği neden göremezlerdi?

Ben onu seksenli yılların başında daha yakından tanımıştım. O zamanlar sakal bırakan müftüler azdı. Hala da öyle değil mi? Doğrusu sakalsız bir din görevlisi düşünemiyorum. Bence hocaların sakallarını kesmesi çok yakışıksız bir davranıştır. İsmet Hocamın yakışıklı simasını sakal daha da güzelleştiriyordu. Orta boylu hafif şişman, temiz ve kaliteli bir giyim kuşam, her zaman tatlı bir dil ve tebessüm, dengeli hareketler, güzel bir Türkçe, ahenkli bir üslup, ilk bakışta insanı etkiliyordu.

Görünüşte sağlıklı bir yapısı vardı Hoca Efendinin. Vefatına kadar ciddi bir hastalıktan yatakta tedavi olduğunu duymadım. Ama her yaşlıda olan bazı organ yetmezlikleri, kalp, şeker, tansiyonu zaten biz normal görmeye başladık. Demek kalbi biraz yorgun düşmüştü ki, vefat gecesi şehrin dışında bir bağ evinde, 28 Şubat Post Modern darbesinde İmam hatiplerin perişan hali konuşulmuş. Bu konu da onu çok üzmüş. Öyle ya, herkese kendisi öğretiyordur o hadisi: “Müslümanların dertleriyle dertlenmeyen onlardan değildir.” Nasıl olur da böyle saçma bir darbe ile gerek siyaset, gerek eğitim, gerek idare ve kurumlarda Müslümanların yıllarca çalışıp didinerek ortaya koyduğu birikimler ve eserler, imkânlar ve insanlar, kurumlar ve kuruluşlar, bir Yahudi oyunuyla gümbür gümbür yıkılır. Millet top yekûn işkenceye tabi tutulur. Buna kalp nasıl dayansın ki? Hoca Efendi o mecliste bu konuşmalar esnasında rahatsızlanır. Hemen şehire getirir, hastahaneye yatırırlar. Fakat ecel gelmiştir, takdiri ilahî hükmünü icra eder. İnna lillah…

Onu kalpten götüren olaylar, bizi de kalp ve tansiyon hastası etmişti!

İlim Ehlini Severdi

İsmet Hocam ilmi severdi. Büyük bildiği Hoca Efendileri ziyaret ederdi. Hakkında yazılan kitaptaki yazımdaki şu hatırayı buraya almak isterim:

“Ülema-i Rabbanî ve meşayih-i Şazelîden Muhterem Ahmet Fethullah Cami (hafazahullah) ‘Nidau’l Mü’miîn Fi’l Kur’an’il Mubîn’ adlı eserinin mukaddimesinde kitabın yazılış hikayesini anlatırken bir yerde şöyle söyler:

‘Bu Seferden dönünce Allah Teâla’nın yardımıyla bu ‘Nidaât’ı yazdım. Maraş uleması bana kitaba nasıl bir isim vereceğimi soruyordu…’

(Aynı zamanda benim kendisinden Arap Dili, fıkıh ve tefsir ilimlerinde özel dersler aldığım bu muhterem Hocama) Bir görüşmemizde Hoca Efendiye bu ‘Maraş ülemasını’ sordum. ‘İsmet Karaokur Hoca Efendi’ dediler… 

Evet, o çağının âlimlerinin şehadetiyle bir ‘hoca efendi’ idi.”[2]

 Bazen bir araya gelerek Arapça eserler okuyan arkadaşları ziyaret eder, derslerini dinlerdi. Evinde ne kadar okur, not alır ve yazardı onu bilemem. Ama ben bilerek geriye bir yazılı eser bırakmadı. Onun ilmini vaazlarından anlamaya çalışırdık. Vaazlarında dikkat çeken temiz bir dil, sakin ve yalım bir anlatım vardı. Belki bence bir kusuru, cümleyi birbirine bağlayarak çok uzatırdı. Oysa uzun cümleler baş ile sondaki bağı kopararak halkın anlamasını zorlaştırabilirdi. Halka zannımca kesik kesik kısa cümleler daha faydalı olurdu.

Bir de Hoca Efendi çok tekrara giderdi. Belki bu vaazlarda gerekli görülebilir. Çünkü vaaz, sınıftaki ders gibi değildir. Vaazın başında gelen olduğu gibi, ortasında ve sonunda gelen de olabiliyor. Bu yüzden sonra gelenler için başta anlatılanlar bir daha tekrar edilse iyi olabilir, ama tekrarın çoğalması, dikkatli dinleyenleri de sıkabilir.

Bir de dikkatimizi çeken bir durum, Hoca Efendi fıkhî hükümleri verirken ihtilafları sayar, muhtemel anlayışları ortaya koyar, ama genellikle sonunda bir hükmü tercih etmeden bırakırdı. Bu ilim meclislerinde veya yazılı kitaplarda bir yerde güzel görülebilir. Ancak avam için bu kafa karıştırıcıdır. Bu durumda vatandaş hangi görüşü alacaktır? Sanırım konunun çok tekrarının bir sebebi de budur.

Ama bütün bu anlatımlar, konuşma, ses ve telaffuz dersleri almış bir tiyatrocu veya spiker gibi güzel bir dil ve konuşma biçimiyle sunulurdu. O dili hep takdir etmişimdir.

Netameli Konulara Girmezdi

Hoca Efendi yılların verdiği idarecilik tecrübesiyle de olsa gerek, vaazlarında devlet, yönetim, kanunlar, laiklik, dünya Müslümanlarının sorunları gibi sistem açısından netameli konulara pek girmezdi. Ona göre dini bilmede ve yaşamada, ahlaklı ve faziletli davranmada bir sorun vardı. Ümmetin ana meselesi bu idi. Bu halledilebilirse, diğer sorunlar da çözülürdü. O yüzden ahlak eğitimine önem verirdi. Yer yer helal ve haramları da anlatırdı. Ama bütün bunlar iddia taşımayan, suçlamayan, itici ve kırıcı olmayan bir dil ve üslup ile anlatılırdı.

Manevî Hayatı

Onun dini hayatının özelini elbette bilemeyiz. Ancak namazına titizdi. Kur’an okumasını severdi. İnsanların hal ve hatırını sorar, ilgilenirdi. Belli bir cemaati ben bilerek yoktu. Siyaseten Merhum Necmettin Erbakan’ı oyuyla desteklerdi. Ama fiilen siyasetten uzaktı. Ben bilerek bir tarikatı da yoktu. Ama son senelerinde Darende’ye, Hulusi Ateş Efendiye bazen giderdi. Bu bir davet ile miydi, kendi tercihi mi idi, doğrusu onu da merak edip sormadık. İnsanların kendisi söz açmadıkça çok özeline girmemek benim de bir hayat ilkemdi.

Hoca Efendinin şehrin diğer hocaları ile arası da iyiydi. Ziyaretine gittiği Hoca Efendiler vardı. Zaten onun hoş sohbeti herkes için bir mutluluk vesilesiydi. Fakiri de severdi merhum. Hatta vakıf kurma aşamasında nasıl bir şey yapsak diye istişare etti. Vakfı kurarken beraber çalışalım diye ısrar etti. Biz nazik ve kibarca o isteği kabullenememe sebeplerinin bir kısmını anlattık. Bir kısmını da konu çok nazik olduğu için ifade etmedik. Mazeret olarak söylediğimiz, çalışma alanımız daha çok ilimdi. Doğrudan veya bilfiil vakıf çalışmaları zamanımızı alabilirdi. Bir koltukta hem ilim, hem hareket gitmezdi. Bu yüzden bizi bağışlamasını istedik. Ama ilmi faaliyetlerde elden gelen yardım için peşinen söz verdik.

Ali Rıza Demircan’ın Ağlayarak Anlattığı

Ali Rıza Demircan Hoca Efendi Fehmi Atay'ın sunumuyla Vav tv. de "Anıların İzinde" programında (11. Bölüm) çok ilginç bir hatırasını anlattı[3]. Kendisi de Fehmi Bey de konuşurken gözyaşlarını tutamadılar. Tabi fakir de hem heyecan ve muhabbetle, hem de iftiharla izledim o sahneyi ve çok sevindim. Hoca anlatıyor, Fehmi Bey dinliyor yer yer söze katılarak. Hatıra şöyle:

“Konya müftüsü İsmet Karaokur Hocam. Almanya'dayız. 1976 yılında. Ben… Ah, yaşlandık, hafıza… Berlin'e geldim bir haftalığına. Bir odadayız.  Hoca daha önce gelmiş. Bir odada, bir demir karyola var, bir de yer yatağı var. Hoca benden 10 yaş büyük. Ben uzakça bir ilden geldiğim için akşam biraz sohbet ettik, artık yatacağız. Ben hocanın tevazusunu sezdim ve hemen soyundum, yer yatağına yattım. Fakat geldi, Allah rahmet eylesin, hayatımda unutamadığım insan:

- Kalk, dedi, sen karyolada yatacaksın, dedi

- Yahu hocam yapma!

- Emrediyorum, dedi. Kalk, sen misafirimizsin, seni ben orada yatıramam.

Fehmi Bey:

- Ya…

- Yahu bu ne mahviyettir. İşte bak, aradan 40 yıl geçti, 44 yıl geçti, unutamıyorum.

- İsterse 147 yıl geçsin, unutamazsınız, mümkün değil. Yani İsmet Hocayı ben hiç tanımam. Tanımadım ama duydum. Tanımadığım halde şimdi ben de çok duygulandım. Ama Ne kadar güzel!

- Bunlar unutulur mu?”

İsmet Hocamın bu güzel hareketi bizim için hem bir ders ve ibret oldu, hem de göğsümüzü kabarttı. Ruhu şâd olsun.

Ahlak Ve Şahsiyeti

Bugün “İsmet Karaokur” deyince bizim aklımıza daha çok ahlaki meziyetleri ve olgun şahsiyeti gelir. Hoca Efendi hareketlerinde dengelidir. Aşırılıklardan uzak, orta yolu tutar, sulha değer verir bir yapısı vardır. Af ve müsamahası, birlik ve dirlik için çabası unutulmaz. Kendisine gelen fıkhi davaları da sulh ile çözmeye gayret ederdi. Onun doğruluğuna hayatı şahittir. Mesleğinin izzetini korumuştur. Kimse onun aleyhinde “yok bizi aldattı, yok bize kötü söyledi, bize haksızlık etti” dediğini duymadık. İffetine, hayâsına, nezaketine, vakarına biz rahatlıkla şahitlik yaparız. Düşünüyorum da onun birisine kızıp kötü söylediğini hatırlamıyorum. Ağzından küfür, kötü ve nahoş söz şahsen ben hiç duymadım. Selamını, sohbetini, güler yüzünü, tatlı dilini, beşeri münasebetlerindeki başarısını yukarıda yazmıştım, tekrara gerek duymuyorum.

Saçaklızade Vakfı

İsmet Hocamın kurduğu Saçaklızade Vakfı hayırlı hizmetlerini sürdürmektedir. Bunlardan birisi de her sene onun adına bir gece tertip etmeleridir. Bu şehir ona vefa göstererek büyük bulvarlarından birisine adını vermiştir. Sanırım ileride adına okullar, kütüphaneler, çeşmeler yapılacak, adı yaşatılmaya çalışılacaktır.

Yıllar geçtikçe onu içten içe özlüyoruz. Allah Teâlâ’ya yalvarırız ki bizi cümle ahbap ile birlikte onunla cennetinde cem eylesin.

 

 

 

 

[1] Bkz. Mustafa S. Uslu, Kişi Sevdiğiyle Beraberdir İsmet Karaokur, Öncü Matbaası, Ankara,.2001. Bizim yazımız s.55.

[2] Bkz. Mustafa S. Uslu, a.g.e. s.55.

[3] Bkz.  https://www.youtube.com/watch?v=lykku8kUbho (O hatıra videoda 1:14:44. Dakikada anlatıma girer) 26.01.2022