Emanet

Emanet, bir kişi veya kuruma sonra geri alınmak üzere bir şey bırakmaktır. O bırakılana emanet denir. Emanete riayet, iman ve güzel ahlak ile hassaten güven ve doğrulukla yakından ilgilidir ve dinimizde önemle üzerinde durulan ahlakî bir görevdir.

 

Peygamberlerin sıfatlarından biridir emanettir. Özellikle de sevgili Peygamberimiz(sav.)in en önemli lakabına işarettir. İnsanlar ona “Muhammdü’l Emin” derlerdi. Doğrudur. Zira emaneti olmayanın inandırıcılığı da olmaz.                                                          

Peygamberimizin en azılı düşmanları dahi, O’nun yalan söylemediğini bilirler, O’na güvenirler ve değerli eşyalarını ona emanet ederlerdi. Hatta Medine’ye giderken, yatağında yatarak muhtemel ölümü koynuna alan Hz. Ali’ye, yanındaki emanetleri sahiplerine vermesini emrediyordu. Belki de o emanetlerin arasında, kendisini öldürmek isteyen inkârcılara ait olanlar da vardı. Çünkü Mekke’de ancak fakir ve aciz Müslümanlar kalmış, gerisi Yesrib’e hicret etmişti. Bir insan olarak “Siz beni haksız yere öldürmeye kalkışır, vatanımdan hicrete mecbur ederseniz, ben de sizin mallarınızı ganimet bilirim.” diye düşünebilirdi ve orada yaşayan kimse de onu suçlamazdı. Buna rağmen O, dünyaya unutulmaz dersler veriyordu. Çünkü O, güzel ahlakı tamamlamak için gönderilmişti. Her haliyle ve her anında, insanlara örnek olacaktı. Onu Allah terbiye etmişti ve de ne güzel etmişti!

O’nu lider bilen ve izini takip ederek dinini yaşayan ve anlatan Müslümanlar da, şartlar ne olursa olsun, emaneti koruyacaklar ve kendilerine olan güveni sarsmayacaklardır. Yoksa bunun zararını kişisel olarak sadece kendileri çekmez, bilakis insanları İslam’dan, dolayısıyla Allah(cc.)' tan soğutarak en büyük vebali yüklenmiş, en büyük ihaneti yapmış olurlar.

Emaneti “maddi” ve “manevi” diye ikiye ayırabiliriz. Para ve mal gibi eşyalar maddi emanetlerdir. Fert veya kamu malı olsun, emanetler iyi korunmalı ve istendiğinde eksiksiz iade edilmelidir. Hatta kamunun yararına hizmet veren okul, hastane, yol, park gibi mekânlar, içindeki öğrenci, hasta ve sair insanlar, ilgililere birer emanettir.

Cumhurbaşkanı, başbakan ve bakanlardan tutun da memur, işçi, müteahhit, sözleşmeli personele kadar, devletin verdiği bütün görevler birer emanettir. Bunların gerçek sahipleri bütün vatandaşlar olunca, sorumluluk daha da artar, bunları korumak daha da önem kazanır. Çünkü bütün vatandaşlarla helalleşmek, zaten zor olan ahiretteki hesaplaşmayı suçlu adına daha da zorlaştıracaktır.  

Bir de manevi emanetler vardır. Başta İslam olmak üzere, canımız, malımız, ailemiz, insanımız, ülkemiz, şerefimiz, haysiyetimiz, sanatımız, kültürümüz, kitaplarımız, medeniyetimiz birer emanettir. Bunlara karşı görevlerimizi iyi yaparak bu emanetleri korumalıyız. Allah(cc.) bunu bize emrediyor:

“Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz ki Allah her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla görendir.

[1]

”Ey iman edenler! Allah'a ve Resul'e hainlik etmeyiniz ki, bile bile kendi emanetlerinize hıyanet etmiş olmayasınız.”

[2]

İnsanlar Allah ve Resulü'ne hıyanet etmeye başladılar mı artık kendi aralarında da mala, cana, ırza ve namusa hıyanet etmeye başlarlar. Hakka, hukuka, cana, mala, vatana ve milli görevlere de hainlik etmeye başlarlar.

Peygamberimizin emanete tavrına bakınız: Hz. Enes (ra) anlatıyor: "Resûlullah (sav.) bir tabak ödünç almıştı, kap ziyana uğradı. Sahiplerine tazmin etti."

[3]

 "Dört haslet vardır; kimde bu hasletler bulunursa o kimse halis münafıktır. Kimde de bunlardan biri bulunursa, onu bırakıncaya kadar kendinde nifaktan bir haslet var demektir: Emanet edilince hiyanet eder, konuşunca yalan söyler, söz verince sözünde durmaz, husûmet edince haddi aşar."

[4]

Münafık olmamak için emanete ihanet etmemeli, sözümüzde durmalı, güvenilir olmalı, hak ve hukuka riayet ederek kimseye zarar vermemeliyiz. Aksine, elimizden geldiği kadar Allah Teâlâ’nın rızasını kazanmak için herkese ve her şeye iyilik ve ikram yapmaya gayret etmeliyiz.


[1]

Nisa, 58.

[2]

Enfal, 27.

[3]

Tirmizi, Ahkam 23, (1360).

[4]

Buhâri, İman 24, Mezâlim 17, Cizye 17; Müslim, İman 106, (58); Ebu Dâvud, sünnet 16, (4688); Tirmizi, İman 14, (2634); Nesâi, İman 20, (8, 116).