ALİ ULVİ KURUCU HOCA

Bu kitap bilgi verdiği kadar dava şuuru ve hizmet duygusu vermesi ile de müstesna bir eserdir. Keşke zenginlerimiz böyle eserleri milyonlarca alarak gençliğe meccanen dağıtsalar… Cihadın en güzeli, sanırım dahilde budur.

Ali Ulvi Kurucu Hoca Efendi merhum kitapseverlerin ağzına bir batman bal çalmış Ertuğrul Düzdağ’a anlattığı hatıralarıyla. O Efendi de bantlara aldığı bu sohbetleri konularına göre tanzim ederek kitaba dönüştürmüş. Dört küçük cildin üçü çıktı ve biz soluk soluğa okuduk. Dört gözle dördüncüsünü bekliyoruz. Allah tamamına erdirsin.

Bu kitabı her talebe okumalı olduğu kadar, bu ülkenin yakın tarihini, gidişatını, meselelerini merak eden hocalar, aydınlar, yazarlar, eğitimciler, siyasetçiler, idareciler, davetçiler ve davası olan bütün adamlar okumalıdırlar. Hatta bu ülke kadar İslam dünyasını, bu dünyanın yakın tarihini, ilim ve ilim adamlarını, kültür ve inançlarını, mezhepleri ve görüşlerini, işgalleri, emperyalizmi ve İslamî Hareketleri tanımak için de gereklidir bu kitap.

Bu kitap bilgi verdiği kadar dava şuuru ve hizmet duygusu vermesi ile de müstesna bir eserdir. Keşke zenginlerimiz böyle eserleri milyonlarca alarak gençliğe meccanen dağıtsalar… Cihadın en güzeli, sanırım dahilde budur.

Yaklaşık bir on onbeş sene evvel de Ahmet Muhtar Büyükçınar Hocanın kitabını okumuştum. “Hayatım İbret Aynası” adıyla yazılan bu hatıratı okuduktan sonra karşılaştığım her alime, “lütfen hayatınızı yazınız” diye istirham etmekteyim.

Neyse, sadede gelelim, ben bu kitaplar için orada öyle malzemeler buldum ki, “şunu da alayım, bunu da alayım” derken, baktım ki kitabın nerdeyse bir cildini alacağım, bir iki alıntı hariç hepsinden de vaz geçtim ve şimdi size “en iyisi siz o kitabı bir de bu nazarla okuyun” diyorum.

İşte oradan bir alıntı: “Amcam 1949'da hacca gelmişti. Sonraki yıl yine geldi. Her kes amcamı maddeten de zengin sanıyordu. Harem-i Şerife yakın Sakızlı Medresesi diye bir medrese vardı. Bahçesinde bir mescit vardı. Burayı amcama göstermiştim. İki namaz arası gelmez, burada abdest alır, yine Mescid'e dönerdi. Orada kalmak çok hoşuna gidiyordu.

İkinci gelişinde idi; orada kalan Buharalı talebelerden Abdurrahman'la ahbap olmuşlar. Bir gün beraberdik, Mescide gidiyoruz. Molla Abdurrahman bana dedi ki:

      - Buharî Şerhi Aynîye ihtiyacım var. Acaba amcan para temin edebilir, o kitabı alabilir mi?"

    Amcam bir imam, mağazası yok, geliri yok.  Ama o bunu bilmiyor. Ben,

- Bu hususu sonra görüşelim.

Amcam onu duydu.

- Ne diyor?, dedi. Ben,

- Efendim, kendisiyle yarın görüşeceğiz, dedimse de,

- Söyle hemen görüşelim!" dedi.  

- Efendim, Buharî Şerhi Aynî'si yokmuş.

- Zeki olun, fakih olun. Fakih demek, anlayışlı demektir, fehim demektir. Hoca dediğin anlayışlı olacak.. Abdurrahman bulabilseydi, bana kadar gelmezdi. Bir hocada Aynî olmasa olmaz. Ben kimden olsa bulurum, ama Molla Abdurrahman bulamaz..."

Böyle ayakta, beş dakika, bu hususu konuştu, anlattı. Sonra eve vardık. O tarihte gümüş riyal vardı. Aynî’nin fiyatı yüz elli gümüş riyali şakır şakır saydı...  Yine:

- "Babam, dedi; Molla Abdurrahman bulsaydı, bana kadar gelmezdi... Fakih ol, zeki ol, anlayışlı ol..."

Amcamın, bu candan, bu fedakâr, bu hayırda acele eden, iş bitiriveren, doğruyu yaparken para pul düşünmeyen hâline, hay­ran olup kalmıştım. Kitaplar alındı. Amcam, Molla Abdurrahman'a: "Şuraya el yazınla, filânın, filânın, filâna hediyesi ve vakıftır diye yaz, dedi; kimse satmasın. Bu medresede senden sonrakile­re kalsın, faydalı olsun..."

 Dedem gibi amcam gibi kendilerini cemiyete vakfetmiş ve gönüllerimizi fethetmiş olan bu insanlarda, yine Peygam Efendımız'in mucizesinden eserler görürüz.” (Ali Ulvi Kurucu, Hatıralar, III. 196)

Bu davranışı beğendiyseniz kulağınızı bana veriniz lütfen, size sessizce bir şey fısıldayacağım:

- Şu adrese bir bakınız: www.kitapgonulluleri.org