HUKUK / MUAMELAT

Burada üç kavramı yeniden hatırlayalım: Fıkıh, Hukuk Ve Muamelat.

Fıkıh bölümüne girişte fıkıh ve hukuk kavramlarını görmüştük. Kısaca hatırlarsak fıkıh, kişinin amel yönünden lehinde ve aleyhinde olan dinî hükümleri bilmesidir. Başka bir ifade ile dinin amelle ilgili hükümlerini delilleriyle birlikte bilmektir. Fıkıh kısaca insanın hak ve vazifelerini bilmesidir. Buna göre fıkıh ilmi, ibadetler ve görgü kuralları yanında, kamu hukuku, medeni hukuk, borçlar hukuku, ceza hukuku, devletler hukukunu da içine alır. 

Hukuk ise, bireylerin birbirleriyle veya devletle olan ilişkilerini düzenleyen kurallar bütünü, bununla ilgili ilimler veya kazanılan haklar diye tanımlanabilir.

İslâm hukukunun asıl adı fıkıhtır. Fıkıh, hem dünya hem de âhiret hayatıyla ilgili ahkâmı bildiren bir ilimdir. Dünya ile ilgili yapılacak işler; kulun Allah’a saygı ve sevgisinin ifade biçimi olan ibâdet, medenî hükümler dediğimiz muamelât, yapılmaması gereken fiilleri düzenleyen ukûbat konularından oluşmaktadır. Bunun yanında devlet idaresi ile ilgili hükümler de fıkhın alanı içerisinde değerlendirilmektedir. 

Fıkıhla meşgul olup müftî veya müctehit payesi almış olanlara fakih adı verilmiştir. Fıkıh kelimesine Kur’an ve hadiste daima gerekli yer ve önem verilmiştir. Bu ilmin en önemli yardımcısı, Fıkıh Usulüdür.

Bilindiği gibi insanlar bir toplum içinde yaşamak zorundadırlar. Bu ise bir düzeni gerekli kılmaktadır. Bu düzen, toplumdaki bütün unsurların birbirleriyle çatışmadan, ahenkli bir biçimde örgütlenip hareket etmelerini sağlar. 

İslâm hukukunda vakıa olarak devlet benimsenmekle birlikte, bu devletin idare şekli belirtilmemiştir. Devlet yönetiminde İslâm hukuku uygulanacağı için, devletin idari yapısı ne olursa olsun, adâlet sağlanmış olacaktır. Kur’an ve sünnette devletin tüm unsurlarına rastlamak mümkündür. Buna göre İslâm devleti, İslâm hukukunun esaslarına bağlı kalan bir devlettir. Bu yüzden İslâm devletinin kaynağının ilâhi vahiy olduğu söylenebilir.

Beşeri hukukla İslam hukuku burada birbirinden ayrılırlar. “Laik hukuk” da diyebileceğimiz beşeri hukuk, ibadet ve görgü kurallarıyla hiç ilgilenmez, onlardan bahsetmez. Buna göre fıkıh, hukuktan daha geniş ve kapsamlıdır. 

Birçok milletin ve bu arada tarihte yer almış bazı Türk devletlerinin mevzuatı, yani tatbik edilen hukukları olan fıkıh, ilgili devletlerin içtimaî, siyasî, idarî ve iktisadî müesseseleriyle ilgili kıymetli tarihî bilgileri bünyesinde barındırmaktadır. Bu bakımdan da onun bilinmesinde insanlar için çok büyük yararlar vardır.

Muamelât

Burada fıkıh ve hukukun yanında üçüncü bir kavram ile karşılaşırız: Muamelat. Yani insanlar arası ilişkileri düzenleyen işlerde yapılan akitler ve uygulamalar.  

Bilindiği gibi yapılan her akitte akit yapan en az iki kişi veya kurum vardır. İrade beyanları, rızaları, akit için ehil olup olmamaları ve bütün bunların bilinmesi önemlidir. Üzerinde akit yapılan mal ve fiatı, teslimi, akit meclisi hep üzerinde uzun uzun konuşulacak konulardır.

Bu meseleler kavrandıktan sonra bu akdin çeşitleri de önemlidir. Mesela bir satım akdi ve bu çerçevede işlenen sarf, mukayada (trampa), selem, ıstısna’, sonra diğer çeşitler olarak kira, hibe, emanet, ariyet, vedia, havale, kefalet, vekalet, rehin, bey’ bilvefa,  şirket, kısmet, sulh, tahkim, karz akdi ve ikale… günlük hayatımızda sık karşılaştığımız akit çeşitleridir. Her meslek erbabı kendisini ilgilendiren konularda İslam hukuknu bilme ve işlerini kanunlara uygun yapma vazifesindedir. Bunun ilmini öğrenmek ve uygulamak da bir nevi cihattır.

Şimdi biz İslam’ı öğrenmede yeterli bir özet olarak düşündüğümüz bu sitemizde muamelâtın bütün bu konularında kafî bilgiler sunacağız inşallah.

Çalışmanın Hükümleri

İslâm’a göre bir müslümanın kendisinin ve ailesinin nafakasını sağlamaya ve varsa borçlarını ödemeye yetecek kadar para kazanması farzdır. Bunun dışında, fakîr müminlerin ihtiyaçlarını karşılamak ve akrabalarına ikram etmek için kazanmak da müstehaptır. Güzel ve müreffeh bir hayat sürmek için bundan fazlası için çalışmak mübahtır. Başkalarına karşı kibirlenmek, dünyevî hırsa kapılarak başkasının servetiyle yarışmaya kalkışmak ve bu mal ile azgınlık ve taşkınlık yapmak için kazanmak, bu kazanç helâl yolla dahi olsa haramdır. Buna karşılık, küfre karşı verilen mücadelede maddî katkıda bulunmak ve malını Allah yolunda infak için samimî bir niyetle çok çalışıp para kazanmak da güzel bir ibadettir. Bu gaye için çalışıp para kazanan kişi sürekli ibadet hâlinde sayılır.

Rabbimiz buyurur: 

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا لَا تَأْكُلُٓوا اَمْوَالَكُمْ بَيْنَكُمْ بِالْبَاطِلِ اِلَّٓا اَنْ تَكُونَ تِجَارَةً عَنْ تَرَاضٍ مِنْكُمْ وَلَا تَقْتُلُٓوا اَنْفُسَكُمْۜ اِنَّ اللّٰهَ كَانَ بِكُمْ رَح۪يمًا

"Ey iman edenler, birbirinizin mallarını batıl/haram yollarla yemeyin. Ancak o mallar, sizden karşılıklı bir rızadan doğan bir ticaret malı olursa o zaman yiyin. Kendi nefsinizi de öldürmeyin. Şüphe yok ki Allah sizi çok esirgeyicidir. Kim helal hudutlarını aşarak ve zulüm yaparak bu amelleri işlerse, biz onu ateşe sokacağız. Bu da Allahû Teâla (cc) için çok kolaydır."

(Nisa 29) 

Bir malın batıl yolla yenilmesinden maksat; kumar, faiz, hırsızlık, gasb, hile ve bunun gibi İslâm dininin kat'i olarak haram kıldığı yollarla yenilmesidir. Bu yollara tevessül eden kimseler kim olursa olsun; geçici olan dünya hayatı için, ebedi hayatlarını tehlikeye atmışlardır. Bu ise aynı zamanda dünya saadetini de kaybetmeye sebeptir.

İslâm'da rızık temin etmenin en faziletli yolu cihad'tan (ganimetten) sonra ticarettir. Sonra ziraat ve sonra da zanaattır. Bütün bu rızık temin etme yollarında alış-veriş işlemi söz konusu olmaktadır.    

Dilencilik

İslâm, çalışıp kazanabilme gücüne sahip olan bir kimsenin dilenmesini yasaklamıştır. Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır: 

"Allah'a yemin ederim ki sizden birinizin, ipini alıp da, dağdan bir bağ odunu taşıyıp getirmesi ve bu odunu satıp onunla ailesinin ve kendisinin geçimini sağlaması, başka birinden istemesinden çok hayırlıdır. Kim bilir yardım istediğiniz kimse ya verir minnetine girersin, yahut vermez zilletini çekersin."  

Buna göre, çalışmaya gücü yeten kimsenin dilenmesi meşrû değildir.