FERHAT KOCA HOCA

Temiz fıtratını, çalışkanlığını, fedakârlığını ve kendine has dava adamlığını gördüğümüz, geldiği her ilmi kariyer ve resmi makama evvel Allah bileğinin hakkıyla gelen bu kardeşimizle konuşacağımız çok şey vardı. Ama düğün ortamında bu olmadı. Ancak yarın az da olsa bunun acısını çıkarmaya söz vererek ayrıldık.

Sevgili dostumuz Prof. Dr. Ferhat Koca Bey (*) 5 - 6 Temmuz (Pazar ve pazartesi 2009) da Maraş’taydı. Bir başka değerli dostumuz Çorum Müftüsü Ahmet Çelik Beyin biricik oğlu Mustafa Edib’in düğün merasimi münasebetiyle yaşamıştık bu mutluluğu.

Ferhat Bey Kahramanmaraş’ta kaldı birkaç yıl. Narlı kasabasında din dersi öğretmeni idi. Maraş’tan gidiş geliş yapıyordu. Bir gün sokakta giderken onu görünce şaşırmıştım. Gözlerime inanamıyordum. Kayseri Yüksek İslâm Enstitüsü’nün gördüğü bu benden de uzun boylu ve yakışıklı, bu çok çalışkan, çok centilmen ve sempatik delikanlısı burada ne gezerdi? Daha doğrusu gezerdi de benim neden haberim olmazdı?

Bütün bunları kucaklaştıktan sonra konuştuk tabi. Yeni görevine başlamış, bir ev kiralamış ve yerleşmiş, kimseyle tanışmak istememiş, yalnız kalmak istemiş bir müddet. Ama kader bizi karşılaştırmıştı işte.

Neyse, birkaç yıl beraber yaşadık bu kentte. Beraber “Hidaye” okuduk az da olsa. Bu kentin alimlerini, dervişlerini tanıdık, sohbetlerini, ilahilerini dinledik birlikte. Dağlarında, kırlarında, ırmak kenarlarında gezdik, serin bağlarında tatlı sofralara oturduk, ilimden, irfandan, medeniyetimizden, millet ve ümmet olarak sorunlarımızdan bahsettik sıcak çaylarımızı yudumlarken. Öğretmenleriyle, hocalarıyla doyumsuz musahabelerimiz oldu. Velhasıl çok tatlı anılarımız oldu birlikte. Ve bir gün tayini çıktı gitti. Giderken de arkasında onu gerçekten seven ve dua eden, yüreği ayrılıktan yangın yeri bir topluluk bıraktı.

Ne var ki onun için hayırlı bir gidiş oldu bu. Doktorasını verdi, doçent oldu, üniversiteye geçti, derken Çorum İlahiyat’a dekan oldu. Şimdi orada faydalı işler yapmakta hamdolsun.

Temiz fıtratını, çalışkanlığını, fedakârlığını ve kendine has dava adamlığını gördüğümüz, geldiği her ilmi kariyer ve resmi makama evvel Allah bileğinin hakkıyla gelen bu kardeşimizle konuşacağımız çok şey vardı. Ama düğün ortamında bu olmadı. Ancak yarın az da olsa bunun acısını çıkarmaya söz vererek ayrıldık.

O gece Ahır Dağının eteklerindeki yayla Kerhan’da ortak dostumuz, misafirperver abimiz Arif Aktolun Efendinin bağında gecelediler. Yanlarında bu sefer biricik evlatları Hamidullah da vardı eşleriyle birlikte. Evladını da yıllar sonra görmenin hazzı ve mutluluğunu yaşadık o gece. Ve sabah kahvaltısına biz de davetliydik.

Sabahı dört gözle bekledik ve zamanı sanki iple çekmiştik. Nihayet Kerhan’nın serin havasında, bir ceviz ağacının altında, iki havuzun arasında, çok köşeli yıldızlar gibi özel planlanmış bir kamelyada, şekerparelerin tatlı tebessümleri altında, önce “eşkili çorba” ile başlayan mükellef sofradaydık. Sofra başında fakir, Yaşar Alparlan, Halil İslamoğlu, Ramazan Pak ve hizmet kahramanı Orhan Fıstıkçıoğlu da vardı, orada kalanlardan başka. Bunlar bu şehrin ciğerparelerindendir ilim ve kültür adına desek, kendini beğenmişlerden başkası itiraz etmez herhalde.

Yediğimiz içtiğimiz bizim olsun, size duyduğumuz güzelliklerden haber vereyim. Önce İlahiyat Fakültelerini konuştuk, İmam Hatip Liselerini konuştuk. Üniversiteleri, YÖK ü, kontenjanları konuştuk. Mesela ilahiyata verilen kontenjan yarasına nasıl çözüm bulduğunu, her sene verilen 20 kişilik öğrenci rakamını bu sene nasıl 150’ye çıkardıklarını anlattı Ferhat Bey. İlkeli, dürüst, hukukun üstünlüğüne inanç ve kendine güvenle yapılan ciddi çalışmaların bereketini tecrübelerinden örneklerle anlattı. Ne yazık ki makam hırslarının ve dünya sevgisinin bu güzellikleri yiyip bitirdiğinden örnekler de verdi. Demokrat bir tavrın, danışmaya dayalı bir yönetimin, herkesi olduğu gibi kabul eden ama görev isteyen bir anlayışın getirdiği faydaları misalleriyle anlattı.

Biz de bunlar karşısında kendi düşüncelerimizi, genelde üniversitelerin, özelde İlahiyat Fakültelerinin halkla ilişkilerindeki sorunlarını konuştuk. Ülkenin genel durumunu değerlendirdik. İslam Hukukunun geldiğimiz noktada durumunu ve gelişimini irdeledik. Yeni kitap çalışmalarımızı anlattık. Karşılıklı kitaplarla hediyeleştik. Bir de baktık ki ayrılık saati gelivermiş.

Oradan kucaklaşarak ayrıldığımızda içimizde bir kıvanç vardı, mutluluk vardı, yeni kavuşmalara özlem vardı. Bizden daha önce de söz almıştı Çoruma gelmemiz için, o söz tazelendi. Biz de bir zamanlar oğlu küçük Hamidullah’ın dediği gibi, “iiiinnnşallah” dedik.

Evet, bu dostumuzu Çorum’da ziyaret etmeye kararlıyız. Acaba ne zaman gerçekleşir bu? Uzamaz inşallah.

Evet dostlar, arkasında parıltılı mutluluklar bırakarak şehrimizden bir âlim geçti. O Adana’ya doğru yol alırken, biz de dualar ediyorduk ulu Allah’a onu ve ailesini, derken bütün yoldakileri koruması için.

Bizi de korusun Rabbim, biz de bir yolda değil miyiz? Hem de kendi yolunda, nimet verdiklerinin yolunda, resullerin, sıddiklerin, şehitlerin, salihlerin yolunda yani. Asla gazap ettiklerinin ve sapıkların yolunda değil. Öyleyse Rabbimiz hepimizi korusun efendim.


(*)Ferhat Koca 1956 Yılında Kayseri-Develi'de doğdu. 1975 yılında Kayseri İmam-Hatip Lisesi ve 1979 yılında Kayseri Yüksek İslam Enstitüsü'nden mezun oldu. 1979-1989 yılları arasında çeşitli yerlerde öğretmenlik ve idarecilik yaptı. 1988 yılında Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde İslam Hukuku anabilim dalında yüksek lisansını, 1993'de aynı yerde doktorasını tamamladı. 1993 yılında TDV İSAM'da Araştırmacı_Müellif olarak çalışmaya başladı. 1993'de bir yıllığına İngiltere'ye gitti. 1997 yılında doçent olan Ferhat Koca, 1998-1999 eğitim-öğretim yılında Bulgaristan-Sofya Yüksek İslam Enstitüsü'nde Rektör Yardımcılığı ve İslam Hukuku öğretim üyeliğinde bulundu. 2000 yılında G.Ü.Çorum İlahiyat Fakültesine İslam Hukuku öğretim üyesi olarak atandı. Halen Çorum İlahiyat Fakültesinde dekanlık yapmaktadır.