Ruhsal Bozgun Ve Hak Söz

Ruhsal bozguna dair yıllar önce Hulusi Kılıç Hocamdan bir hatıra dinlemiştim. Biz Kayseri’de Yüksek İslam Enstitüsü’nde okurken anlatmıştı.

Bir yere davet etmişler. Orada devrin milletvekilleri, belediye başkanları, siyasiler, daire amirleri, öğretim üyeleri, diyanet hocaları ve şehrin zengin eşrafı var. Söz dönmüş dolaşmış, Türkiye’de hiç gündemden düşmeyen din devlet ilişkileri, laiklik ve irticaya gelince, devletin resmi görüşünü en yaşlı bir parlamenter uzun uzun anlatmış. Tabi ki anlattıkları İslam’a göre aslı astarı olmayan yalan dolan.

Adam lafını bitirince, bütün bu boş lafları bir de hocalara tasdik ettirmek istemiş. Orada Yüksek İslam Enstitüsünden birisi olunca, hocamızı en büyük hoca diye seçmiş ve gayet hakim bir ses tonuyla ve nazik bir biçimde:

- Öyle değil midir hocam! Diye sormuş.

Tabi o zamanlar buna kimse soranın beklemediği bir cevabı veremez. Veren de bulunduğu yerlerde kalamaz. Bunu hocamız da bilir elbette.

Söz etkili olsun diye azıcık susar. Mecliste çıt yok. Nefesler tutulmuş cevap bekleniyor. Durum gerçekten vahim. Adam “evet” dese din gidecek, “hayır” dese kafla kafla bela gelecek. Ne yapsın şimdi hoca?

Hocamız başını kaldırmış ve gayet sakin ve vakur bir şekilde

- Hayır! Öyle değil, demiş.

Ortalığı fırtına öncesi o müthiş sessizlik kaplamış. Sonra da tahmin ettiğiniz üzere söz dönmüş dolaşmış.

Günümüz Müslümanına düşen, yeri gelince “hayır” diyebilmektir. Bunun için gereken maddî ve manevi gücü önceden bulundurmaktır. Rûhu kurtarmaktır tutsaklıktan. Sığıntı Müslüman görüntüsünden kurtulmaktır.