Bir itiraf

Türkiye'de Batıcı laik sistem kurulduğu günlerde bu memleketten  İslam'ı kökten silip atmakla yetinmemiş, maalesef onun doğru bir şekilde öğrenilmesini de yasaklanmıştır.

İş bu kadarla kalsaydı hadi neyse, lakin daha  beterini de yapmıştır. O da dini yanlış öğretmek.

Sistem bir yandan ilkokuldan üniversiteye kadar okullarda dine düşmanlık yaparken, onun nasıl bir gericilik, yobazlık ve çağdışılık olarak devlete ve millete zarar verdiğini, ilerleme, gelişme ve kalkınmanın önüne set çektiğini anlatırken, bir yandan da insanlara çarpıtılmış, bozulmuş, özünden alınarak değiştirilmiş bir İslam'ı bozma çabasına girmiştir.

Bunu nasıl yapacaktı?

İşte burada utanç verici korkunç bir ihanete girişmiştir. Bizzat kendisi İlahiyat Fakültesi açarak oradan “hoca” adı altında din tahripçisi yetiştirmek istemiştir.

O zaman ilahiyat fakültesinin müfredat programını gören merhum Ali Fuat Başgil şöyle söylemişti: “Buradan din âlimi çıkmaz. Çıksa çıksa din münekkidi çıkar”.

Çünkü bu fakültede İslami ilimler yerine sosyal bilimler din adı altında okutulmuştur. Hatta şöyle bir hatıra okumuştum şu anda kaynağına hatırlamıyorum. İsmet İnönü ilahiyat fakültelerinde hangi derslerin okutulacağını yazdırırken tek tek sayar;  felsefe, sosyoloji, psikoloji, mantık, tarih vs. 

Söylediklerini not alan kişi dayanamaz, der ki:

-  Aman efendim, Bu ilimlerin din ile alakası yok. Buna itiraz ederler.

- Öyleyse hepsinin başına bir “din” kelimesi ekle, kimse itiraz edemez.

Gerçekten de ilahiyat fakültesinde esas okutulması gereken akait, fıkıh, tefsir, hadis, Arapça gibi ilimler yerine  ağırlıklı olarak din felsefesi, din sosyolojisi, din psikolojisi vs. okutulur.

Ali Değermenci’nin “Din Tahripçilerinin Türkiye’ye Sızdığı Kanallar” isimli yazısını okurken aşağıdaki satırlar beni eskilere götürdü. Nasıl dünya çapında küresel bir oyunun tezgâhında olduğumuzu bir kere daha düşündüm. 

Eski Milli Eğitim Bakanlarından Hasan Tahsin Banguoğlu, 1 Mayıs 1968’de Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinin Konferans Salonunda fakülte öğrencilerine bir konferans vermiş. Ve aynen şunları söylemiş:

“Biz 1949’da bu fakülteyi İslamiyet’i mihraptan vurmak için açmıştık. Fakat ben tevbe ettim. Büyük bir memnuniyetle görüyorum ki sizin gibi çarktan kurtulan gençler de yetişmiş...”

Ramazan Hoca, konuşmasının devamında buradaki hocaların namaz kılmadıklarını, oruç tutmadıklarını, dahası İslamiyet’e sövdüklerini anlatıyor. Hatta merhum Esad Coşan Hocaefendi, aynı fakültede, hocaların içki içmediği için kendisiyle alay ettiklerini ve “Paran yoksa biz ısmarlayalım!” dediklerini Ramazan Hocaya bizzat kendisi anlatmış. Muhterem okuyucularımıza içinden küçük bir kesit verdiğimiz Ramazan Hocamızın bu sohbetini yazının altındaki linkten dinlemelerini tavsiye ederiz”.

( https://www.istiklal.com.tr/kose-yazisi/din-tahripcilerinin-turkiyeye-si...)

Allah'ın izniyle bir bu oyunu da aşacağız. Hem de kendi kurdukları tuzaklarını kendi başlarına geçirerek. Müslümanlara  gayret ve çaba yakışır, ümitsizlik yakışmaz.  Ömrü olanlar bu zafere göreceklerdir inşallah.