Yazma Gereği

İlmin asıl ortaya çıkması ve bereketlenmesi, elbette ki yazının bulunuşu ile başlamıştır. Bilgi taşlarının üst üste konularak sağlam binalar yapımı, ancak yazıyla mümkün olmuştur. Böylece, her insanın bilgi birikimi ve kıymetli tecrübeleri, kendisiyle ölmemiş, ebedilik kazanmıştır. Belki bir şekilde yazarını da ebediyen yaşatmıştır.

Eğer yazı olmasaydı, her insan çalışıp çabalayarak bir şeyler belleyecek, sonra ölüp gidecekti. Belki birkaç talebesinden başka kimse ondan yararlanamayacak, sonra gelen herkes, tıpkı o adam gibi yeniden başlayacak, bir yerde de bitirecekti. Böylece, gelen her dalganın sahilde yapılmış kumdan kaleleri yok etmesi gibi, bütün şahsî gayretler, çabalar boşa gidecek, eskilerden yeniler bir şey istifade edemeyecekti.

Ancak yazının icadı ile bilgiler taşlara kazınır gibi korunmuş, böylece bu kısır döngü kırılmıştır. Artık bilginin korunması ve taşınması ile beraber, ilim hayatına bir canlılık, bereket, hızlılık ve verimlilik gelmiştir.

Onun için ilim, bazen hokka, bazen tüy, bazen kalem, şimdilerde ise tuşlar şeklinde olsa da, yani  biçimi ne kadar değişse de, sonuçta bilgiyi tespit eden kalemsiz olamaz.

ancak kalemle ve yazıyla kayda geçen ilim, yeni ilimler doğuracak ve sürekli üretecektir. İşte burada Kur’an'ın daha ilk ayetlerinde okumakdan, yazma aracı olan kalemden bahsetmesi, bilim tarihi adına iftihar edilecek, onur duyulacak, hamd edilecek bir olaydır.

Müslüman olduğumuza ne kadar sevinsek ve şükretsek azdır.