İlim Nedir?

         İlmin Tarifi                                                                

 

Sözlükler “ilim” kelimesini “bilme, biliş, okumakla elde edilen bilgi, nazari bilgi,”(1) “kainat içinde meydana gelen olayların sebep, oluş, sonuç ve tesirleri konusunda aklın ölçüleri çerçevesinde, tahsil ve tecrübe (deneme) ile edinilen doğru malumat ve bilgi, bilim. Okuma suretiyle elde edilen bilgi, haber, marifet, vukuf, fen, kendini bilme”(2) diye tanıtırlar.

DİA (Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi) “İslam kültüründe ilahî ve beşerî bilgi yanında bilim için de kullanılan kapsamlı bir terim” diye sunarak önce şu bilgileri verir: “Sözlükte ‘bilmek’ anlamına gelen ilim (ilm) genellikle ‘bilgi’ ve ‘bilim’ karşılığında kullanılır. Klasik sözlüklerde ‘bir şeyi gerçek yönüyle kavramak, gerçekle örtüşen kesin inanç (itikad), bir nesnenin şeklinin zihinde oluşması, nesneyi olduğu gibi bilmek, nesnedeki gizliliğin ortadan kalkması,  tümel ve tikellerin kavranmasını sağlayan bir sıfat’ gibi değişik şekillerde tarif edilmiştir. ‘Bilgisizliğin (cehl) karşıtı’ biçiminde de tanımlanır. Aynı kökten türeyen âlim, alîm, allâm ve allâme, ma’lum, ma’lûmât, muallim, müteallim, muallem kelimeleri bilgi anlamıyla bağlantılı olarak kullanılmaktadır.”(3)

Kelam ilminin en temel konularından biri olan ilim hakkında doyurucu bilgiler veren Ali Arslan Aydın, Taftazani ve Cürcanî’nin de tercih ettiği şu tanımı yapar: “İlim öyle bir sıfattır ki, onunla zihinde veya hariçte bulunan her şey, o sıfatla muttasıf olan kimseye zahir (belli, açık) olur.”(4)

Kur’an, bilgi kaynağı olarak, “vahiy”  başta olmak üzere, “doğru haber”i, “duyular”ı ve “akıl yürütme”yi göstermektedir. "Nitekim kendi içinizden, size âyetlerimizi okuyan, sizi (kötülüklerden) temizleyen, size Kitab'ı ve hikmeti öğreten, size  bilmediklerinizi  bildiren  bir  Rasül  gönderdik."

[ii]

Âyetlerin anlatılması ve açıklanması duyuları, kitap ve hikmetin öğretilmesi aklı, bilinmeyenlerin bildirilmesi de vahyi hatırlatmaktadır. Aklı kullanmayı, duyu organlarının,  özellikle de göz ve kulağın değerlendirilmesini, her şeyden önce vahye uyulmasını Kur'an nice ayette ısrarla vurgular. 

İlmin Kaynakları

İşte bu ve benzeri nasslara dayanan İslam âlimlerine göre ilmin sebepleri, yani elde edilme yolları üçtür:

1. Duyu organları (Havass-ı selime ): Bunlar göz, kulak, burun, dil ve deri olmak üzere beştir. Bu duyu organları hastalıklardan uzak olduğu takdirde kendileriyle elde edilen bilgiye güvenilir.

2. Akıl: İslâm dini akla büyük önem vermiş, onu ilim elde etme yollarından biri olarak kabul etmiştir. Bir şey akılla düşünmeden hemen bilinirse buna "bedîhî" denir. Düşünerek bilinirse "istidlâlî" denir.

3. Doğru haber (Haber-i sadık): Bu da ikiye ayrılır:

a) Mütevâtir Haber: Yalan söylemek üzere anlaşıp birleşmeleri aklen mümkün olmayacak kadar çok sayıda bir topluluğun vermiş olduğu haberdir. Bunda şüphe edilmez. Meselâ bugün Avustralya kıtasının varlığını gözlerimizle görmesek bile birçok kişi tarafından haber verildiği için tereddütsüz kabul ederiz.

b) Haber-i Resul: Allah Teâla’nın tarafından gönderilen hak peygamberin vermiş olduğu haber ve söylemiş olduğu şeylerdir. Bilindiği gibi peygamberlerin peygamber oluşları mucizelerle bildirilmiştir. Onun için mucize göstermeden önceki haberleri, zorunlu bir bilgi değil, nazari ve istidlalidir. Ama mucize ile Allah Teâla’nın tarafından kesinlikle desteklenen ve hatadan korunmuş bulunan bir peygamberin verdiği haber ve bilgiler, aynen gözle görülmüş, elle tutulmuş gibi kesin ve zaruridir.(5)

Bunun neticesinde ilimler genellikle: 1. naklî (dinî), 2. aklî diye ikiye ayrılır. Bunun yanına, ilimlerin aktarımında söz konusu olan dil, özellikle de Arap Dili ve Edebiyatı, “alet ilimleri” olarak 3. sırayı alır. Bunlar da kendi aralarında birçok tasnife tabidirler. Dinî - naklî ilimlerin kaynağı şüphesiz ki Kur’an ve sünnettir. Bu iki kaynaktan tefsir ve tefsir usulü, hadis ve hadis usulü, fıkıh ve fıkıh usulü, akaid ve kelam, tasavvuf, dinler ve mezhepler tarihi, siyer ve İslam tarihi gibi ilimler dallanıp budaklanmıştır. Akli ilimler deyince de başta felsefe olmak üzere, tıp, matematik, mühendislik, bayındırlık ve sair çok çeşitli ilim dalları gelişip zenginleşmiştir.

Allah Teâla’ya, Kur’an’a, Hz Muhammed (sav)’e, dolayısıyla da İslam’a inanmayan insanlar, “Vahy”in, Yani Kur’an’ın ve Resulullah (sav)’ın verdiği bilgileri kabul etmezler. Onlara göre bunlar bilgi değil, hurafedir. Onlar kendi aralarında bilginin kaynağı konusunda birçok ihtilafa düşmüş olsalar da sonuçta aklı ve duyu organlarını bilginin kaynağı olarak kabul ederler.

Aslında “bilginin yegâne kaynağı Allah Teâla’dır.” “Vahy”i indiren Allah Teâla olduğu gibi, duyu organlarımızı ve aklımızı yaratan ve bunları ilme yetenekli kılan da Allah Teâla’dır. Bunu idrâk eden kimse, bildikleriyle övünmez, bilakis şükreder. (Bkz. 2/Bakara, 32; 5/Mâide, 109). 

Vahyin Tarifi

Vahiy, sözlük anlamı olarak; işaret etmek, gizli ve süratli bir şekilde bir şeyi bildirmek, elçi göndermek demektir. Terim olarak vahiy; "Allah Teâla’nın Teâlâ’nın insanlar arasından seçmiş olduğu peygamberlerine ilâhî bir yolla mesajlarını, emir ve yasaklarını bildirmesidir."  Bu tanımda geçen “ilâhî bir yolla” ifadesi vahyin insan aklının kavrayışının üzerinde bir şey olduğunu, peygamberler hariç insanların vahyin mahiyetini tam olarak bilemeyeceğini ifade eder.

Bizler ancak vahiy sayesinde ahireti, cenneti, cehennemi, melekleri... bilebiliriz. Çünkü bunlar gaybla ilgili konular olduğundan   akılla, ya  da  duyularla  bilinemez.  Vahy, sadece gayb alanında bilgi kaynağı değil; aynı zamanda, bütün varlıkların sahibi ve yaratıcısının, her şeyi bilen Zat’ın haber verdiği her konu için kesin bilgi kaynağımızdır.

Gayb hazinelerinin anahtarları Allah Teâla’nın yanındadır. Gaybı ancak O bilir. O, karada ve denizde ne varsa hepsini bilir. O’nun ilmi dışında bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıklarında tek bir tane, bir zerrecik, yaş ve kuru ne varsa hepsi Kitab-ı Mübin’de, Allah Teâla’nın ilmindedir.” (6/En’âm, 59)

“Yaratan (Allah Teâla’nın) hiç bilmez mi?” (67/Mülk, 14)

“Allah Teâla’nın, herşeyi en iyi bilendir. (8/Enfâl, 73)

"Allah Teâla’nın, size bilmediklerinizi bildirmek ve sizden öncekilerin yollarını göstermek ve iyi hale dönüşünüzü görerek günahlarınızı bağışlamak diler. Allah Teâla’nın hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." (4/Nisâ, 26)

"Şüphesiz ki Biz onlara iman edecek bir kavme hidayet ve rahmet düsturu olması için, tam bir ilim ile fasıl fasıl ayırdettiğimiz bir Kitap gönderdik." (7/A'râf, 52)

"...Ve 'Rabbim, benim ilmimi artır' de." (20/Tâhâ, 114)             

Cahiliye toplumlarında, vahyi kabul etmeyen cahilî eğitim sistemleri, vahyi ilim kaynaklarının, bilgi vasıtalarının içine katmazlar. Bundan dolayı bilim, cahiliyye düzenlerinde bir put haline dönüşmüştür. Her şeyi tümüyle bilen Allah Teâla’yı bilime karıştırmak istemeyenler, hiç uzlaşmaması gereken  bilimle cahilliği (cahiliyyeti) bir arada barındırma şerefini (!) kazanabilmişlerdir.”(6)

İlim Din Çatışması

  İlimle din arasında bir çatışma olamaz. Din deyince elbette İslam’ı kasdediyoruz. Çünkü hem Allah Teâla’nın katında, hem de yaşanan tarihi süreçte asli haliyle kalması ve tağyire, tahrife, yani değişme, bozulma ve çarpıtmaya maruz kalmaktan korunması itibariyle hem de insanlık yanında yegane din İslamdır. Dolayısıyla İslam’la ilim arasında bir çatışma olamaz. Bu zamana kadar olmamış, bundan sonra da olmayacaktır. Ama batıl dinlerle ilmin, bugünkü yaygın kullanımıyla bilimin arasında çatışma olmuştur. Batıda “aydınlanma” veya “laiklik” denilen dönemin başlangıcında da bu tür çatışma ve mücadeleler vardır. Bunlar üstelik her zaman olabilir durumlardır. Çünkü o dinler, gerçekte hak din değil, birer beşeri dindirler.

Zaman  içinde batıl dinlerle bilimin mücadelesine haksız yere “din değil mi canım, hepsi de aynıdır” diyerek İslam’ı da katmak, hem bilim haysiyetine, hem de tarihin şahitliğine ters düşer. Batılı aydınlardan bunu yapanlar ne derece mazur sayılabilir bilemiyorum ama, Batı taklitçisi zavallı yerli “aydın”ların, “bizim de orta çağın karanlıklarından kurtulup aydınlanabilmemiz ve doayısıyla kalkınabilmemiz için Allah Teâla’yı, dini, imanı, kitabı bırakmamız gerekir” deme çılgınlığını nasıl mazur karşılayabiliriz? Hayır! Bunların mazereti yoktur. Zamanında Ziya Paşa’nın:

İslam imiş millete pâbend-i terakkî,

Evvel yok idi, iş bu rivayet yeni çıktı.

 

Diyerek dalga geçtiği ve Mehmet Akif Ersoy Merhumun kafasının bozuk, canının sıkkın olduğu bir zamanda söylediği şu mısralar, o “yeni yetmelere” yapılacak muamele olması bakımından gayet yerinde olmuştur:          

Hele i'lânı zamanında şu mel'un harbin,

"Bize efkâr-ı umûmiyesi lâzım Garb'in;

O da Allah'ı bırakmakla olur" herzesini

Halka îman gibi telkîn ile dînin sesini

Susturan aptalın idrâkine bol bol tükürün.

 

Neden bu kadar emin konuşuyoruz? Çünkü evren Allah Teâla’nın yarattığı bir manzumedir. Onu yaratan da,  varlığını devam ettiren kanunlarını koyan da Allah Teâla’dır. İlim ise, Allah Teâla’nın yarattığı ve koyduğu kanunlarıyla varlığını sürdürdüğü eşya, hayat ve insan hakkında belli metotlar çerçevesinde incelemeler yapar ve o kanunları keşfetmeye çalışır. Çünkü insan, bu eşyaya Allah Teâla’nın koyduğu bu kanunları keşfetmekle bir yandan merakını giderirken, diğer yandan da ondan yararlanır ve hayatını kolaylaştırır, zenginleştirir. Teknik ve medeniyetin gelişmesi de bundan ibarettir.

Zaten din de bu evrenin ve insanın nasıl ve niçin yaratıldığını bildirir. İnsanın akıl ve bilimle çözemeyeceği bir çok bilgileri din bize bildirir ve bizi mutmain kılar, huzur verir. Asıl önemli olan nokta, insanı da, evreni de, ilimle ortaya çıkarmaya çalıştığımız evrenin ve insanın kanunlarını koyan aynı Allah Teâla’dır. Dolayısıyla bir çatışma beklemek akla zarardır. Hatta ilimler gelişip arttıkça, Allah Teâla’nın bilgisi, gücü, kudreti, hikmeti daha da açığa çıkacak ve iyi anlaşılacaktır. Bunların detayı kitap içinde geniş olarak incelenmiştir.

Onun için bizim dünyamızda insan ne kadar bilgili olursa, o kadar Allah Teâla’yıdaha iyi tanır, sever ve sayar. Ama batıl dinlere gelince, onlara mensup insanlar ne kadar bilgili olurlarsa, o kadar dinden uzaklaşır ya da kaçarlar. Onun için batıda oluşan din düşmanlığının sebebini biliyor ve onları anlayışla karşılıyoruz. “Din afyondur”, “İlim ilerledikçe din iflas eder”, veya “Din ilerlemeye engeldir” gibi sözler, o ortamlarda o batıllar için söylenmiştir zaten. Yanlış olan, batıl dinler için söylenen bu ve benzeri sözlere İslam’ı da katmaktır. Ama insanlar, İslam’ı bilmezler, hatta daha da kötüsü, onu batı kaynaklarından okumaya kalkarlarsa, sonuçta bu yanlışa kaçınılmaz olarak düşeceklerdir. Eğitim sistemimizin en büyük proplemi de zaten bu taklitçi anlayış değil midir?

Bugün piyasada bir çok doğulu ve batılı bilim adamının kitapları vardır ki içleri “niçin Allah Teâla’ya inanıyoruz” konusunun bilimsel gerekçeleri ile doludur. Onun için geçmişte çok tartışılan bu konuyu daha fazla uzatmak istemiyoruz. Bizim için Kur’an’ın kanunları ile kainata konulan ve ilim adamları tarafından formüllenen kanunlar aynı kaynaktan çıkan ilahî kanunlardır. Kur’an ayetleri ile bizim “sünnetullah” dediğimiz, onların dün “tabiat kanunu”, bugün ise “doğa yasası” dedikleri tabiat ayetleri, aynı gerçekleri haykıran ayetlerdir.

İlimlerin Tasnifi

 Gerek ilimlerin öğretilmesi, gerekse her ilmin diğerinden ayrıldığı alanların belirtilmesi ve konularının belli bir sistematik çerçevede belirlenmesi için ilimlerin tasnifi bir zaruret olmuştur ve öteden beri ilimlerin tasnifi ile ilgili birçok çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmaların bize ulaşan ilki, Fârâbî’nin “İhsâ’ul Ulûm”udur. Daha önce Cabir b. Hayyan ve Kindî’nin bu konuda yapmış oldukları çalışmalar maalesef bize kadar ulaşamamıştır. Bu konuda dikkat çeken ve ün yapan eserlere örnek olarak İbn Hazm’ın “Meratibu’l Ulum”u, İbn Haldun’un “Mukaddime”si, Taşköprizade’nin “Miftahu’s Saade”si ve onun Türkçe tercümesi olan “Mevzuatu’l Ulum”u, Saçaklızade’nin “Tertibu’l Ulum”u, Katip Çelebi’nin “Keşfu’z Zunun”u gösterilebilir. Günümüzde de bu konuda bir hayli çalışmalar yapılmaktadır. Bunların en güzellerinden birine işaret edebiliriz; İsmail Raci el-Fârûkî ve eşi Luis Lamia el-Fârûkî’nin “İslam Kültür Atlası”.(7) Bugün belli bir sistem ve disiplin ile yazılan ansiklopediler, bu türün son örnekleri olarak kabul edilebilirler. Bütün bunları çok güzel bir şekilde derleyip sunan Fuat Sezgin’in muhteşem eserleri bugün geldiğimiz son nokta sayılır diyebiliriz.

İlim denince incelenmesi gereken belli başlı daha birçok konular vardır ki biz onları bu çalışmamızda terk ettik. Aslında bu girişi bile yazıp yazmamakta tereddüt ettik. Çünkü bizim amacımız, birçok felsefi konuyu tartışmak değil, insanları, uzaklaştıkları İslamî ilimlere yeniden yöneltmektir. Yeniden İslam’ı öğrenmeye ve öğretmeye, yaşamaya ve yaşatmaya yönlendirmektir. Rabbimiz başarılı kılsın.      O’na tevekkül ve itimat ederek işimizi O’na ısmarlar, O’na dua ederek yalvarırız.    

 

(1)  Mustafa Nihat Ozon, Osmanlıca Türkçe Sözlük, s. 334.

 

(2)  D. Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, s. 536.

(3)  DİA İlim Md. 22/109.

(4)  İslam İnançları, Tevhid Ve İlm-i Kelam, s. 113.

[ii] 2/Bakara, 151.

(5)  Ali Arslan Aydın, age. s. 115-122; Şamil İslam Ansiklopedisi, “İlim” md.

(6) İslami Kavramlar Ansiklopedisi, “İlim” md. Bkz. www.iqra islam ansiklopedisi.com”

 (7)  İnkılap y. İst . Aralık 1999. 3. Baskı.