Yaşanması

Allah abesle uğraşmaz.  O yüzden yaşanmayacak, uygulanmayacak bir kitabı, itaat edilmeyecek, uyulmayacak bir peygamberi  de göndermez. (Bkz.  Nisa, 59-64. ) Aslında “amaç ve içeriği” bölümünde bunun sebeplerini işlemiştik.  Halk arasında bir söz vardır:”Oynamaktan maksat utmak, okumaktan maksat tutmak”.  Gerçekten uyarıcı değil mi? 

 

Kur’an’ın amacı işlenirken, O’nun, getirdiği eşiz ve aydınlık yasaları ile insanlara mutluluk yollarını gösterdiği söylenmiş, O’ndan yararlanmak için de O’na inanarak ve saygı duyarak yaklaşmak gerektiği vurgulanmıştı.  Amaç, takvaya ve rızaya erişmek.  Bu nasıl olur?

 

Kur’an, bunun çok değişik yollarını anlatır.  Özeti ise “asr” suresi: “sağlam bir iman, salih bir amel, başkalarına da bu hakikatları tavsiye, bu uğurda gelebilecek sıkıntılara katlanma. ” Kur’an’a göre insanlar, değişik durumlarla deneneceklerdir. Asıl olan, her halükarda Allah’a itaat ve teslimiyettir.  İnsanlar, dilleriyle “biz de inandık” demekle bırakılmayacaklardır. (Ankebut, 2-3. ) Onlardan her durumda dinlerini yaşamaları istenecektir. İyi veya kötü herkes, zerre ağırlığınca da olsa, yaptığı amellerin karşılığını görecektir.  Allah’a baş kaldıranların kitapları kendilerine sunulduğu zaman belleri kırılacak, yüzleri kararacaktır. Hor ve hakir olarak Cehennem’e atılacaklardır.  İyi işler işleyenlere gelince, Onların yüzleri aydınlık olacak ve sonsuza dek Cennet içinde ikramlara mazhar olacaklardır. 

 

Kur’an’a göre kurtuluşun tek çaresi, fert ve toplum olarak O’na sımsıkı sarılmak, çıkan bütün sorunları O’na arz ederek çözümü O’nda aramak, O’ndaki ahkama mutlak iman ile içten gelerek teslim olmak, O’nun emir ve yasaklarına ters düşen her buyruğu tanımamaktır. Kur’an, ayetler açık seçik ortada iken, bir başka hüküm aramayı, bir başka “Rab” aramak gibi cehalet kabul etmiştir. Böyleleri, dünyada horluk ve  hakirlik,  ahirette de azabın en acısı ile tehdit edilmiştir. Yaşama biçimi ancak İslam olduğu için, başka değil, ancak İslam yaşanacaktır.  Bu hususta insanlara seçenek sunulmamıştır: ya İslam, ya inkar.  Hayatımızın her anını İslam’ın bir hükmü işgal etmektedir.  Yani yaptıklarımız farz, vacip, sünnet, müstehap, haram,  mekruh, müfsit olarak İslam’ın hükümlerinden mutlaka birisidir.  “Din”de boşluk yok ki onu “din dışı” doldursun Bir başka deyişle İslam’da boşluk yoktur ki onu inkar doldursun…

 

Kur’an, “iman” ile “salih ameli” hep yan yana koyuyor. Kaç yerinde söze: ”İman edenler ve salih amel işleyenler” diye başlıyor. Peygamberimiz(sav. ) de akrabalarını ve tüm inananları amel etmeye, yani dinin emir ve yasaklarını yaşamaya çağırıyor. Kızına bile “Amel et, dinini yaşa, babanın Peygamberliğine güvenme” diye ikaz ediyor.  O’na göre “iman, Kalb ile inanma, dil ile ifade, organlar ile ameldir. ”(İbn-i Mace, Mukaddime, 9. ) Yine O’nda, dini yaşamanın yeri şöyle ifadesini bulur:”İman ve amel, birbirinden ayrılmayan iki arkadaştır. Bunlardan her biri, ancak arkadaşıyla işe yarar. ”(Suyuti, Camiu’s Sağir, 1/127. ). ”İman ne temenni, ne de süslenme ile değildir. Belki iman, kalbe yerleştirme ve yaşamadır. (Suyuti,a. g. e. 2/140. )

 

Evet, sonuçta Kur’an’ın bizden istediği kısaca budur: inanma ve yaşama. .  Bir de yaşatma.  Kınayanın kınamasından korkmadan, Allah yolunda koşma.  Engelleri Allah sevgisi ile bir bir aşma ve O’na kavuşma. Bakın Resulullah(sav) Efendimiz ne buyuruyor: ”Kim Kur’an’ı okur, ezberler, helal kıldığı şeyi helal kabul eder, haram kıldığı şeyi de haram kabul ederse, Allah(cc. ) o kimseyi Cennete koyar.  Ayrıca, hepsine Cehennem şart olmuş bulunan ailesinden on kişiye şefaatçı kılar. ”(Tirmizi, Sevab’ul Kur’an, 13. ) Şu uyarı, üzerinde derin düşünmemizi gerektirir herhalde: Ziyâd İbnu Lebîd (ra. ) anlatıyor: "Resülullah (sav. ) bir şey anlatarak: "İşte bu şey, ilmin gitme anlarında olur" buyurdu.  Ben: "Ey Allah'ın Resûlü! Bizler Kur'ân'ı okur olduğumuz, evladlarımıza da okuttuğumuz, evlatlarımız da kendi evlatlarına okutur olacakları halde ilim nasıl gider (kaybolur)?" dedim.  Aleyhissalatu vesselâm: 

"Anasız kalasıca Ziyâd! Ben seni, Medine'nin en fakihlerinden biri bilirdim.  Şu, gözümüzün önündeki yahudi ve hıristiyanlar kitapları olan Tevrat ve İncil'i okudukları halde onların içinde bulunanlarla amel ediyorlar mı?” buyurdular.  (Fethu’r Rabbânî, 1/183. ) Demek ki keramet okumada değil, okunanı hayata geçirmede ve uygulamadadır.