Tasavvufu Tanıyalım

Tasavvufu Tanıyalım

Tasavvufun Tarifi    

Kelimenin Kökü

Kavram Kargaşası

Tariflerdeki Farklılık Sebepleri

Tariflerin Ortak Yönleri

Derli Toplu Bir Tarif

Tasavvufun Özellikleri

 

TASAVVUFUN TARİFİ

Kelimenin Kökü:

Tasavvuf kelimesi, bir isim olarak peygamber efendimiz döneminde yoktu. Ama, hal olarak, yaşanan bir tasavvufi hayat vardı. O zamanlar bu halin adı daha çok “zühd”, “tezkiye”, “ihsan”, “ahlak” gibi isimlerdi. Bu manada bir arifin: “Tasavvuf, eskiden bir hal idi, gâl’i (sözü) yoktu. Şimdi ise bir gâl’dir, hali yok” sözü pek meşhurdur. 

Tasavvuf kelimesinin hangi kökten türetildiği, araştırıcılar tarafından incelenmiştir.1 Hicri 2. yıldan sonra ortaya çıkan bu kelimenin kökü, şunlardan alındığı söylene gelmiştir:  

1- Ashab-ı Suffa’dan     

2- Arılık, duruluk anlamındaki Safa’dan

3- Saff-ı Evvel’den             

4- Kabe ve halka hizmetle meşhur olan Benu’s Sufe’den

5- Çölde yetişen ve yenilen bir bitki olan Sufane’den

6- Ense saçı anlamında olan Sufet’ul Kafa’dan

7- Yün anlamına gelen Süf’tan 

8- Sıfat kelimesinden

9- Boşlukta kalmış bir iddia ama, yunanca hekim, filozof anlamına Sofia’dan türetildiğini söyleyenlerde olmuştur.2

Bütün bunların hangi münasebetle tasavvufa nispet edildikleri, kaynaklarımızda genişçe ifade edilmiştir. Ancak bu taifenin kendisi, isimlere önem vermemişler, “masivadan arınarak Allah ile olma” manasını tasavvuf için bir sebep ve münasebet aramaksızın kullanmışlardır. Onların son temsilcilerinden biri şöyle söylemektedir: 

“Bu üstün taife, “ehemmi takdim” ölçüsüne riayetle, böyle kıyas ve kelime iştikakıyla meşgul olmaktan kaçınmışlar ve kıymetli vakitlerini, pek az faydası olan bu gibi şeylerle zayi etmemişlerdir.”3

 Kavram Kargaşası:

Her an ilahi huzurda olmanın kazandırdığı üstün ahlak ile beşeri sıfatlardan çıkıp adeta melekî sıfatlara bürünmenin yolunu yordamını gösteren Tasavvuf’a, sırf bu isim asr-ı saadette kullanılmadı diye karşı çıkmak, kelime bahanesi ile manaya yapılan cinayettir. 

Bu cinayetten şikayetçi olan Ebu’l Hasan Ali en-Nedevi, böylesine basit bir olaydan ötürü tasavvufun inkarından üzülür ve çok da hak vermediğimiz şu teklifi yapar: “Bize yakışan, nefsin tezkiye ve terbiyesi, şer’î faziletlerle donatılması, kötü huy ve nefsanî rezaletlerden uzaklaştırılması ile meşgul olan kamil imana, ihsan derecesini elde etmeye, peygamberî ahlakla ahlaklanmaya ve imani keyfiyetle, batıni sıfatlarda peygambere uymaya davet eden ilme; evet, bize ve müslümanlara yakışan; bunlarla meşgul olan ilme “Nefis Tezkiyesi” veya “İhsan” veya “Fıkhu’l Batın” adını vermekti. Eğer bu yapılmış olsaydı, ihtilaf kökünden hallolur, ayrılık ortadan kalkar, “Tasavvuf” teriminin aralarını açtığı iki gurup anlaşırdı. Çünkü “Nefis Tezkiyesi” “İhsan” ve “Fıthu’l Batın” deyimleri, şer’i ilmi gerçeklerdir. Bütün müslümanların kabulleneceği Kitap ve Sünnetle sabit dini kavramlardır”.4 

Üstadın bu teklifine çok da hak vermeyişimizin sebebi,5 “Tasavvuf” kelimesinin durup dururken değil, bir zaruretten kaynaklandığıdır. Tasavvuf ilmi etrafında derin araştırmaları olan Süleyman Uludağ, Kuşeyri’nin “Risale”sini kaynak göstererek şu açıklamayı yapar; “İslam’da ruhani ve manevi hayat, birincisi Zühd, ikincisi Tasavvuf ve Sûfîlik olmak üzere iki dönemden meydana gelmektedir.

 Hicri ilk iki asırda İslam ruhani ve manevi hayatının gösterdiği şekle zühd, aynı zühd hayatının daha sonraki asırlarda aldığı şekle de Tasavvuf adı verilmektedir. Kuşeyri’nin Risalede belirttiği gibi zühd ve zahitler, İslam cemiyetinde büyük bir itibar ve ehemmiyete mazhar olmuştu. Hariciler, Şiiler ve Mutezile mezhebi mensupları hakiki zühdün, kendilerinden çıktıklarını öne sürmekte idiler. Gerçekten de adı geçen mezheplerin içinden çok sayıda zahit yetişmişti. Sünniler, öbür mezheplere bağlı bulunan zahitlerden ayırt etmek için, 2/8. asırdan itibaren kendi zahitlerine “Sufiyye” ve “Mutasavvıfa” ismini vermişlerdi. Bu yeni isim, bir yandan bazı aşırı muhafazakar çevrelerde hoş karşılanamaz ve bid’ad sayılırken, öbür taraftan özellikle bazı Şiî çevreleri tasavvuf ismine sahip çıkmışlardı. Meselenin ismi etrafında başlayan tartışmalar giderek manaya da sıçramış, Sünniler arasında tasavvufu isim ve mana olarak kabul ve müdafaa edenler yanında, bu cereyanı hoş karşılamayan, bunu bid’adcı bir hareket şeklinde gören Sünniler de mevcut olmuştur. Zamanla bu iki zümre arasındaki ihtilaf, birtakım telifçi çabalara rağmen gittikçe derinleşmişti.”6   

Demek “tasavvuf” isminin ortaya çıkışının sebebi, ehl-i sünnet zahitlerinin, Sünni inanç ve itikat üzerindeki hassasiyetleri olmuştur. Bu da onların, Kur’an ve sünnete, Kur’an ve sünnet inancına verdikleri önemi ifade eder ki, elbette onlar için övülmeye değer bir davranış ve kıymet hükmüdür.

Çağımızın alimlerinden merhum Sait Havva, kendi ifadesiyle “tasavvuf ve sufiyye isimlerini duymaya bile razı olmayan” insanlara, şöyle seslenmektedir: 

“Böylelerine  “yavaş olun” diyorum. Çünkü Nahiv, Bedi, Maani, Fıkıh ve başka ilim dallarında olduğu gibi, bu da bir ıstılahtır. Alimlerin de ifade ettiği gibi, ıstılahlarda sürtüşme olmaz. Hatta bu asrımızda bile İbni Teymiyye’nin fetvalarından iki cilt, Ahlak ve Tasavvuf adıyla yayınlanmıştır. Kimsenin de bunu kınadığını görmedim.”7  

Görüldüğü gibi tasavvuf, “gelişen bir ilim için kullanılan ve diğer ıstılahlar gibi gelişerek asırlar boyunca kuvvet kazanan bir ıstılahtır.” 

Sarf, Nahiv, Bedi, Beyan gibi Akait, Kelam, Fıkıh, fıkıh usulü, Hadis usulü, Tefsir usulü vs. birçok ilimler, asr-ı saadette öz olarak, esaslar ve hükümler olarak vardı ama isim olarak yoktu. Bütün bunları bırakıp da, sadece bir ilmin ıstılahını inkar, pek mantıklı olmasa gerekir. Tasavvuf da, tıpkı onlar gibidir. Kelime üzerinde yapılan tartışmaların yersizliğine, konunun uzmanlarından birisi şu tespitle işaret eder: 

“Bu münakaşalar bize ne kazandırmıştır denilse, verilecek cevap şu olacaktır: Hiç. Tasavvufu öğrenmek isteyen, bu münakaşaları okumakla ne elde edecektir? Yine hiç!...

Tasavvuf, sistemi ve muhtevası itibariyle tamamen Kur’anî ve Muhammedi’dir. Bu gerçek göz önünde tutulduktan sonra kelimeler üzerinde titremenin, gerilmenin manası kalmaz”.  

Kaldı ki, dikkatlerimizden kaçmaması gereken bir durum da, bu yolun adını tasavvuf diye koyanlar, mutasavvıflar değildir. Tıpkı, mezhep imamları, “biz bir mezhep kuruyoruz. Onun ve ona uyanların adı şu olacaktır..” demedikleri halde, Hanefi, Şafii, Maliki, Hambeli mezheplerinin oluşu gibi. “Onların yaptığı sadece peygambere uymak, onun Batıni dünyasına mahrem olmaya çalışmak, böylece varlığın esrarını çözüp vahdete ermektir. Onlar, bu niyetle yola çıkıyorlar. Ötekiler, giydikleri elbiseye, sözlerine, davranışlarına, tutumlarına göre onlara ad veriyorlar. İbn Teymiye şöyle diyor: “Müteahhir Salihler Allah’a sülûk edene “fakir” veya “sûfi” dediler. Sonraları sufi tabiri tutulur oldu. Bu noktaya ait münakaşa lafzî, ıstılahî, şeklîdir. Hakikatte sufi veya fakir ile kastedilen, kitap sünnette yer alan veli, sıddîk veya salih kişilerdir. (Resail, 1/45) 

Sonuç itibariyle, İslam’ın önerdiği ruhani hayatı ilmî bir disiplin içinde inceleyen Tasavvufu, sırf “bu kelime asr-ı saadette yok” diye inkar, mümkün değildir.

Tariflerdeki Farklılık Sebepleri:             

Sufiler, “Allah’a giden yollar, mahlukatın nefesleri sayısıncadır.” demişlerdir. Anlaşılıyor ki, Allah’a vuslatın tek bir yol ve yöntemi yoktur. Bu vuslat ise, özel yaşanmış ruhi bir tecrübedir. Ruhi tecrübeyi dil ile ifade etmek, imkansız derecede güç olan bir şeydir. Bu yüzden bir çok sufi susmuş, bir sır olarak sakladığı ruhi tecrübesini tanımlama ve yorumlama çabasına düşmemiştir.

Bir çokları da vicdanlarında duydukları, veya keşf ve müşahede ile kavradıkları, veya bu kavrayışa kendilerini götüren temel ölçüleri, bu hayatın bir özelliği olarak dile getirmiş, buradan kalkarak belli tanımlar yapmışlardır. Bu tanımların çokluğu ve farklılığı, yaşanan ruhi halin farklılığından ve Allah’a giden yolların çokluğundan kaynaklanmaktadır. Her tarif, onu yapanın ruhi hallerine tutulan bir ayna gibidir ve tasavvufu anlamada gerçekten büyük bir önemi haizdir. Bu dünyaya yabancı olmayan birisinin, bütün bu tarifleri bir araya toplayarak üzerinde ciddi çalışmalar ve ince tahliller yapması, tasavvuf kadar, insan ruhunu anlama ve yönlendirmede, insan terbiyesinde, psikolojik araştırmalarda, şiir, edebiyat, sanat, müzik gibi güzel sanatlarda ve toplumsal hayatta birçok özellik ve güzelliklerin ortaya çıkmasına sebep olabilir.

Bu tariflerin ortak özelliği, kulun Allah’a ulaşma arzusu ve bunu gerçekleştirmenin metodunu açıklamaya çalışmadır.

Afifi, tasavvufla ilgili bir çalışmasında, Kuşeyri, Hucvuri, Attar ve Cami’nin kitaplarından seçerek kronolojik tertibe soktuğu altmış küsür tarifi kısa izahlarıyla vermiştir.  Nickolson, aynı kaynaklardan bu kronolojik tarifleri 78’e çıkarmıştır.  

Bazen aynı şahıs, farklı tariflerde bulunur. Yadırganmaz. Neden? Çünkü o içinde bulunduğu zamana, hatta ana göre bir şeyler söylemektedir. Yani her sufi tarifine bir yerde mertebesini, derecesini, mizaç ve meşrebini, içtimaî durumunu veya tasavvufa girmeden önceki yaşayışını girdirmiştir.  Öyleyse, her sufinin her haline göre tasavvufa bir tarif getirdiğini, getirebileceğini kabul ederek, bu tarifler abartısız on binleri bulacaktır.

Tasavvuf tariflerini şiirleştirenler de olmuştur. Bunlardan birisi, “oğlanlar dergahı postnişini” Urefay-ı Osmaniye’den Aksarayî Şeyh İbrahim Efendinin manzumesidir. Rıza Tevfik, “kadri pek âlâ bir arif-i billahtır.” diye takdir ettiği bu şeyhin, “her beyti uzun uzadıya şerh ve tefsire layık bir kenz-i irfandır” diye nitelediği ve içerisinde tasavvufu bir çok yönleriyle tarif  eden bu manzumesinin bazı beyitlerini kısaca şerheder.  

Konunun uzmanlarından Prof. Dr. Mustafa Kara, onunla beraber Dede Ruşen’nin de gayet kıymetli iki manzumesini kitabına alır.  

Cumhuriyet dönemi Türkiye’sinde bilimsel olarak tasavvuf konusunda yazanların ilklerinden sayabileceğimiz Mahir İz’in “Tasavvuf” adlı eserinde birçok tarife ve onlara dair kıymetli açıklamalara yer verilmiştir.  İbrahim efendinin zikredilen manzumesine yaptığı kısa açıklamalar da zikre değerdir.  

Tariflerin Ortak Yönleri:

Bütün tarifler incelendiği zaman, tasavvuf adıyla ortaya konulan esasları şu şekilde tespit edebiliriz:

1-İlim öğrenme, bildikleriyle içten gelerek ihlasla amel etme, takvaya sıkı sıkı sarılma.   

  2-Kur’an ve sünnete sımsıkı sarılma, Allah ve Rasulüne   tam teslimiyet.

 3-Sır saklama, kendisine açılan keşf, ilham, keramet, rüya ve manevi hakikatları her zaman, her yerde, herkese açmama, zaman zemin ve adamına göre konuşma.

4-Masiva (Allah’tan başka her şey)dan kalben uzaklaşma, dünyaya karşı zahit olma, ibadet, zikir, tefekkür, sohbet, riyazet ve mücahede ile nefsin arzularını kontrol etme.

5- Hakka vuslat için kalbi tasfiye (saflaştırma arındırma), nefsi tezkiye, yani nefis ile uğraşarak onu kötü ahlak ve sıfatlardan temizleme, Allah’ın ahlakıyla ahlaklaşma, edep ve terbiye.

6-Tasavvuf, İslam’ın ruhî hayatıdır.

 

7-Tasavvuf batın ilmi, kalp ilmidir, havassa ait ledün ilmidir. 

Bu maddelerin Kuran sünnet ve ariflerin kelamlarıyla açıklaması için Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz’ın “Ana Hatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar” ,  Mustafa Kara’nın “Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi” , yine H. Kamil Yılmaz’ın “Tanımı Kaynakları ve Tesirleriyle Tasavvuf” adlı ortak çalışmadaki “Kur’an ve Sünnette Tasavvuf” yazısına,  Dr. Dilaver Cebeci’nin “Kur’an ve Tasavvuf” kitabına  bakılabilir. Kitabın bütünü göz önüne alınınca maksat hasıl olacağından biz burada ayrı bir açıklama yapmayı, kitabın hacmini büyütmeme adına uygun bulmadık.

Derli Toplu Bir Tarif:

Bütün bu açıklamalardan sonra tasavvufu derli toplu olarak şöyle tanımlayabiliriz:

“Tasavvuf Allah rızasını kazanarak sonsuz saadete ermek için O’na tam bir itaat ve teslimiyetle nefsi temizleme, kalbi arındırma ve saflaştırma, ahlakı güzelleştirme, zahir ve batını nurlandırma, ilahi bilgi ve gerçeklere erme ve bununla ilgili, usul, edep, erkan, hal, makam ve şahıslardan bahseden yüce bir ilimdir.” 

TASAVVUFUN ÖZELLİKLERİ

Tasavvufun diğer İslamî ilimlerden farklı taraflarını anlamak ve onu iyi kavramak için bazı özelliklerine işaret edip açıklaması yapılmıştır. Bu özelliklerin başlıklarını belirtmeyi faydalı gördük:

 1-Tasavvuf, tatmak ve yaşamakla, manevi tecrübe ile anlaşılan bir hal ilmidir, kal (söz) ve kitap ilmi değildir. Bu yüzden “tatmayan bilmez” denmiştir. Sadece ilgili kitaplar okunarak şeyh olunamaz. Bir mürşit nezaretinde okunması ve uygulanılması gerekir. Tasavvufun hal ve zevk ilmi olması, onun tarifini çoklaştırmıştır. Zira yukarıda da söz konusu edildiği gibi her bir mutasavvıf, hali, makamı, ruhi, tecrübe ve sezgileri nispetinde farklı makam ve derecelerden bakarak tarifler yapmışlardır.

2-Tasavvuf bilgisinin konusu “marifetullah”tır. Bu bilginin temeli marifet (Allah’ı tanımak), rüknü aşk ve muhabbet, zirvesi vuslattır.

3-Tasavvuf, tatbikî, tecrübi bir ilim olduğundan, mürşit yada şeyh denilen üstatlar nezdinde ve onların terbiyesi altında öğrenilir.

4-Mürşit, şeyh denilen üstadın Hz. Peygamber (s.a.v)’e ulaşan kesintisiz bir “silsile”ye sahip bulunması gerekir. Tasavvuf büyükleri. Tasavvufî eğitim için böyle bir silsileyi zaruri görmüşlerdir.

5-Tasavvuf, tamamen akla dayalı bir ilim değildir. Akılüstü, kalp ve vicdan ilmidir. Keşf ve ilham denilen bilgi kaynağından yararlanılır. Akılüstü demek, akıl dışı, akla itibar etmeyen, mantıksız bir ilim demek değildir. Maksat, onun aklı aşan, keşf, ilham ve keramet gibi sırf akılla açıklanamayan yönünü ifade etmektir.

6-Tasavvuf, gözle gördüğümüz bir şahadet aleminden, yani insan, hayvan, bitki, cansızlar aleminden başka, zaman zaman gayb aleminden de bahseder. “Rical’ül Gayb” denilen gayb erenleri, kutup ve gavs denilen tasarruf sahipleri bu konuda söz söyleyen kimselerdir. Tasavvufta gayb alemine ait bu bilgiler, mürşidin inşadı, zevk, hal, kalbî keşf ve ruhî tecrübelerle elde edilir. Güzel ahlak ve manevi kemalat, marifete ve kalbî bilgiye ulaşmanın yollarından biridir.  

7-Tasavvufa tarikat denilen ve Allah’a götüren özel yollarla girilir. Bu yollar pek çoktur ve mürşit, şeyh denilen yol gösterici şahsiyetlerin önderliğinde yol alınır. Bu yolların da kendine göre bir takım kuralları vardır.1 Tarikatlar mürşitlerin tasavvufun amacına ulaşmak için buldukları çareler, gösterdikleri yollardır.2

8-Tasavvuf, yeni, taze, orijinal bilgiler sunar. Bunun sebebi de, kaynağının doğrudan ve vasıtasız bilgi temin eden keşf, ilham, sezgi oluşudur. Sufiler, ayet ve hadislerden, herkesce bilinen manaların yanı sıra yeni manalar çıkarmaya çalışırlar. Onlar, bir okyanusa benzettikleri Kur’an’ı okurken, onu doğrudan ve vasıtasız olarak Allah tealadan dinleme gayreti içerisindedirler. Bu dinleme ve derin tefekkür içinde kalplerine yeni yeni manalar doğmaktadır. Nakli ve aklı esas alan selefiyye ve kelamiyyenin tasavvufu anlamadıklarının bir sebebi de burada yatmaktadır. Onlar aynı bilgileri tekrarlayıp dururken, sufiler, İslam’ın temel esaslarına bağlı olarak yeni, taze, orijinal sözler söylemiş ve İslam düşünce ve tefekkürünü zenginleştirmişlerdir.

9-Bütün bunlardan sonra şu kesin gerçeği bir kere daha perçinleyelim ki Tasavvuf, esas itibariyle Kur’an ve Sünnete dayalı, asr-ı saadette hal olarak yaşanan bir ilimdir. Tasavvuf adına söylenen her söz, kaynağını ya Kur’an, yada hadisten almıştır. Tasavvufun ana kaynak kitapları, bunun canlı şahitleridir.

Zaman içinde tasavvuf adı veya görüntüsü altında ortaya çıkan bir takım batıl mezhep ve hareketleri, gerçek tasavvufla karıştırmamak gerekir. Onlardan en fazla rahatsız olan mutasavvıflardır ve sırf bu konuyu aydınlatmak amacıyla, birçok eserler yazmışlardır.3