Hilafet Ve Halife

Konuya Giriş

“Hilafet”, Peygamber Efendimizden sonra “İslam Devlet Başkanlığı”nı temsil eden bir kurumdur.

[1]

Bir başka ifadeyle  “Allah'ın hâkimiyet hakkının bir tecellisi olarak İslâm hükümlerini uygulamaya koymaktan sorumlu makamının adıdır.”

[2]

Buna “İmamet” de denilmiştir. Nitekim bu kurumu temsil eden kişiye “Halife” dendiği gibi, “İmam” da denilmiştir. Hatta tarih içinde “emîru’l mü’minin” kelimesi de yaygın olarak kullanılmıştır. Bugün nasıl ki bizde veya başka yerlerde devlet başkanlarına “başkan”, “devlet başkanı”, “reis-i cumhur”, “cumhurbaşkanı” denildiği, geçmişte de “padişah”, “sultan” “hakan”, “kayser”, “kral”, “kisra”, “melik”, “imparator” vs. denildiği gibi, İslam Devlet Başkanına da genellikle “Halife” denir ve bu kurumun adı da “hilafettir”. 

“İslâm hukukçuları "hilâfet" terimini, genellikle Hz. Peygamber (sas)'in yerine geçmek anlamına kullanmışlardır. "Gerçekte hilâfet, şeriatı Allah'tan tebliğ eden Peygamber'in yerine geçip dini korumak ve dünya işlerini de düzene sokmak"

[3]

demektir; en yüksek başkanlık ve amme velayetidir; dini koruma ve dünya işlerini düzenleme makamıdır. Bu makama getirilene halife adı verilir.

Bu makama geçen kişi, toplumu sevk ve idarede Hz. Peygamber'e halef olmuştur. Bu nedenle "Peygamber'in halifesi'' demekte sakınca görülmemiştir. Fakat bu tabir uzun olduğundan genellikle kolaylık için kısaltılmış ve yalnızca "halife" denilmiştir. Hz. Peygamber'in hadislerinde "hilâfet" ve onunla aynı kökten türeyen kelimeler, yerine göre terim anlamıyla, yerine göre kelime anlamıyla kullanılmış bulunuyor.

[4]

İlâhî emirler göz önünde bulundurulmadan kurulan yönetimlere hiçbir zaman "hilâfet" adı layık görülemez. "O, sizi yeryüzünde halifeler yapandır. Artık kim küfrederse küfrü kendi zararınadır. Kâfirlerin küfrü kendilerine Rableri katında şiddetli buğzdan başka bir şey artırmaz. Kafirlerin küfrü kendilerine hüsrandan başka bir şey artırmaz."

[5]

“Allah, içinizden iman edip de güzel amelde bulunanlara yeminle vâdetti ki, kendilerinden evvel gelenleri (kafirlerin yerine) nasıl halife yaptı ise, onları da muhakkak müşriklerin yerine geçirip halife kılacak; onlara kendileri için beğendiği dini her halükarda  payidar kılacak; onların korkularını güvenliğe çevirecektir. Ta ki onlar bu güvenlik içinde bana ibadet etsinler, bana hiçbir şeyi ortak tutmasınlar. Kim bundan sonra nankörlük ederse artık onlar fâsıkların ta kendileridir".

[6]

Demek ki asıl önemli olan, bu yüce makamın gereklerinin yerine getirilmesidir. Bunlar da Allah'ın hükümlerini mutlak ölçü kabul etmek; sâlih amel işlemek ve Allah'a karşı gelmemek, küfre sapmamaktır. Kendisinde bu özellikler bulunmayan hiçbir yönetim "İslâmî" olma özelliği kazanamaz; İslâmî kavramlarla nitelendirilemez.

[7]

İslam'da “hilafet”, devletin yönetim biçimini ve hükümet tarzını belirlediği için önemlidir ve bu kavram bir nevi İslam Devleti için alem olmuştur. Onun için “halife” dendiği zaman, akla sıradan bir devlet başkanlığı değil de İslam Devlet başkanlığı gelir. Çünkü halifelik, Allah'ın hükümranlığının evrende bütün açıklığıyla ortaya çıkması demektir.

 Halifenin Tanımı

"Halife", kelime anlamıyla, birinin yerine geçerek onu temsil eden, birinden sonra gelerek onun yerini alan, vekil olan veya temsil eden kişidir.

[8]

İslam devlet başkanına bu adın verilmesi, iki sebepten ötürüdür.

1-Halifeler, peygamber (sav)’den sonra geldikleri ve risalet hariç, devlet başkanı olarak din ve dünya işlerinin Allah'ın arzu ve iradesine uygun olarak yürütülmesi ve insanların irşat edilmesinde O'nun yerine geçmeleri ve O'nu temsil etmeleri sebebiyle.

2-Ümmet adına, yeryüzünde ve özellikle İslam ülkesinde Allah'ın hükümranlığını temsil etmeleri sebebiyle.

“İlk halifenin Rasûlullah (sas)'den sonra gelip risalet dışında kalan görevleri yerine getirme hususunda onun yerini almış olması; asıl hâkim Allah olduğundan, O'nun yeryüzündeki hakimiyetini temsil etmesi ve bu temsilini, (hilafet) görevi bütün mü'minlere yöneltilmiş bulunduğundan,

[9]

mü'minlerin onu seçimle ve akidle bu makama getirmeleri dolayısıyla, İslâm devletinin başkanına “halife” adı verilir.

Ona "İmam" denmesinin nedeni ise; İslâm devlet başkanının namaz kıldıran imama benzetilmiş olmasındandır. İmamın arkasında namaz kılan cemaatin imama uymaları nasıl bir zorunluluk ise, toplumun da aynı şekilde devlet başkanına itaat etmesi gerekir. Bu nedenle devlet başkanlığına: "el-İmâmetü'l-Kübrâ" veya "el-İmâmetü'l-Uzmâ" (büyük imamlık) da denilir.

 Aslında İslâm devlet başkanını belirli bir isimle adlandırma zorunluluğu yoktur. Ona verilen isimden çok onun işgal ettiği makamın özellikleri ve bunların yitirilmemesi önemlidir.”

[10]

Daha önce, İslam devletinin gerekliliği konusundaki sözlerimiz, aynı zamanda hilafetin gerekliliği için de söylenebilir. Dolayısıyla Müslümanlar, bir halife seçimini ümmete vacip saymışlardır. Nasıl olmasın ki, aşağıda sayacağımız vazifelerin gerçekleştirilmesi, gerçekten bir hükümet tarzı olarak hilafeti gerektirmektedir.

[11]

Halifenin Görevleri

Halifenin görevlerini şöylece sıralayabiliriz:

1-İslam dinini ve devletini korumak, dini irşat ve tebliğ çalışmalarıyla yaymaya çalışmak, bunun için gereken tedbirleri almak.

2-İslam Hukukuna göre adaleti sağlamak, yargıyı yürütmek, cezaları infaz etmek.

3-İslam ülkesinde emniyet ve asayişi sağlamak, barış ve huzuru temin etmek, aynı zamanda İslam ülkesini ve müslümanları iç ve dış tehdit ve tehlikelerden korumak, bunun için gereken tedbirleri almak, maddi ve manevi cihada her an hazır olmak ve gerektiğinde yapmak.

4-Devletin gelir ve giderlerine bakmak, sosyal refahı sağlamak, gelişme ve kalkınmayı sağlamak

5- Memurları ehliyete göre tayin edip denetlemek ve bütün kamu hizmetlerinin aksatılmadan yerine getirilmesi için gerekli her türlü tedbiri almak ve uygulamak.

Halifenin Hakları 

Halifenin, halkın hizmetinde çalışırken, ihtiyacı olan iki temel hakkı vardır ve bunları karşılamak, ümmete vaciptir.

1-Uygun bir maaş ile ihtiyaçlarını gidermek.

2-Yasal emirlerine itaat ile O'na yardımcı olmak.

Halife Olabilmenin Şartları 

Yukarıda hak ve vazifeleri belirlenen halifenin, elbette ki bunları yapabilmesi için bazı nitelikleri olması gerekir. Bunları kısaca belirtelim:

1-Müslüman olmak: İslam Devlet başkanının en önemli vazifesi ülke içinde İslam kanunlarını uygulamak ve uygulatmaktır. Hatta İslam’ı bütün dinlere üstün kılmak için çalışmaktır. Akıl ve mantık, bu görevi görecek olanın Müslüman olmasını gerektirir. Çünkü bir gayr-i müslimden, İslam'ı yaşama, yaşatma ve yaymasını beklemek abestir. Kaldı ki bu konuda naslar da vardır.  Kur’an’da bazı ayetler kafirin Müslüman'ı yönetme hakkının olmadığını bildirir: “Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin ve onu her kim yaparsa Allah'dan ilişiği kesilmiş olur, ancak onlardan bir korunma yapmanız başkadır. Bununla beraber Allah sizi kendisinden korunmanız hususunda uyarır. Nihâyet gidiş Allah'adır”

[12]

“Erkek ve kadın bütün müminler birbirlerinin dostları ve velileridirler. İyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirirler, namazı kılarlar, zekâtı verirler, Allah'a ve Resulüne itaat ederler. İşte bunları Allah rahmetiyle yarlığayacaktır. Çünkü Allah azîzdir, hakîmdir.”

[13]

“Kâfirler de aslında birbirlerinin dostları ve yardımcılarıdırlar.”

[14]

 "Ey iman edenler! Allah'a itaat ediniz,  Peygambere itaat ediniz, sizden olan Ulü'l Emr'e (buyruk sahiplerine) de (itaat ediniz.) Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, -Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız- onu Allah'a ve Rasule götürün (onların talimatına göre halledin) Bu, hem daha hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir"

[15]

Ayette geçen "ulü'l emr", yani buyruk sahibi, emir verme yetkisine sahip olanlar'ın kimler oldukları hakkında sahabe ve tabiinin ilk müfessirleri birçok görüşler nakletmişlerdir. Tefsir ve hadis kitaplarında birçok sınıflar sayılmasına rağmen

[16]

bunları iki kısma indirebiliriz:

 1-Amirler: Devlet başkanından tutun da, onun görevlendireceği bütün bakanlar, komutanlar, valiler, hakimler… gibi idarecilerdir.

 2-Alimler: Özellikle ayet ve hadislerden hüküm çıkarma gücüne sahip olan İslam hukukçuları.

[17]

Peygamber Efendimiz (sav) hiçbir zaman kafir ve müşrik birisini Müslümanlara yönetici olarak görevlendirmemiştir. Hadis kitaplarına baktığımızda idarecileri hep vasıflı insanlardan seçtiğini görüyoruz. “ilim ve iktidar” kitabımızda biz bu konuyu geniş olarak yazdık. Oradan bir hadisi aktaralım:

"Liderlerinizin iyileri, sizlerin kendilerini, Onların da sizleri sevmekte bulunanlarınız; Onların sizlere dua etmekte, sizin de onlara dua etmekte olduklarınızdır.

Liderlerinizin kötüleri de o kimselerdir ki, siz onlardan nefret edersiniz; Onlarda sizden nefret ederler. Siz onlara lanet edersiniz, onlarda sizlere lanet ederler." Dedik ki:

-Onlara karşı savaş açmayalım mı?

-İçinizde namaz kıldıkları müddetçe hayır, aranızda namaz kıldıkları müddetçe hayır. Ancak kişinin başına geçen idareciyi Allah'a günah işlerken görürse ona iştirak etmesin ve onu hoş karşılamasın. Buna rağmen ona itaatten de elini çekmesin."

[18]

Açıkça görüldüğü üzere Peygamber Efendimiz (sav) namaz kılmayan bir müslümanın halife olamayacağını ifade ediyor. Sonradan olmuşsa bile onunla savaşmanın hak olduğunu beyan ediyor. Nerde kaldı kafirin halife olması…

2-Maddi yeterlilik: Maddi yeterlilikten kastımız, görevlerini yapabilecek akıl, büluğ, beden ve ruh sağlığına sahip hür bir kişi olmaktır. Devlet başkanlığı hiç şüphesiz çok önemli bir iştir. Bu önemli olduğu kadar ağır da olan görevi yapacak olanın beden ve ruh sağlığı yerinde olmalıdır. Hatta insan işlerini organlarıyla yapacağı için, halife olacak kişinin eli ayağı gözü kulağı ve dili yerinde ve kullanılabilir olması gerekir. Bu organların tedavi ile iyileşecek olan geçici hastalıkları önemli değildir. Hür olmaya gelince, kendisini bile idare etmeye yetkisi olmayan kölenin halife olamayacağı kesindir.  Zaten hamdolsun kölelik kaldırılmıştır. Tekrar geri gelmesini,  onu yok etmek için ilk ve etkin çareler sunan dinimiz hiç arzu etmez.

3-Manevi yeterlilik: Kısaca bilgi, beceri, adalet ve ahlak sahibi olmak diyebiliriz. Yöneticilerin uyması gereken ahlakî esasları uzun uzadıya anlatan klasik ve çağdaş kitaplarımız vardır. Hatta bu konuda siyasiler için özel "siyasetname"lerimiz de yazılmıştır. Muhammed b. Tartûşî’nin “Sirâcu’l Mülûk” adlı eseri ile Nizamu’l Mülk’ün “Siyasetname”si de meşhurdur. Klasiklerimiz, bilinen eserler olduğu için, çağımızda yazılan bir kitabın ismini vermekle yetinelim; Said Havva, “İslamda Yönetim Ve Yönetici”. 

4-Erkek olmak: Kadına değer vermeme anlamında değil ama gerek bir hadisin bulunması, gerekse görevin gerektirdiği güçlük açısından, hukukçular halifenin erkek olma şartını koşmuşlardır.

Kastedilen şu hadistir: Ebû Bekre (radıyallâhu anh)’den: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'tan işitmiş olduğum bir kelimenin Cemel Vak'ası sırasında Allah'ın izni ile faydasını gördüm. Şöyle ki bir ara, neredeyse ashâb-ı Cemel'e katılarak onların yanında yer alıp savaşmaya karar vermiştim. Hemen, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın, "İranlıların başına Kisrâ'nın kızı kraliçe oldu" diye haber geldiği zaman (söylemiş olduğu sözü hatırladım ve onlara katılmaktan vazgeçtim. O zaman Efendimiz:) "İşlerini kadına tevdi eden bir kavim felâh bulmayacaktır" demiş idi"

[19]

.

Buna “yukarda zikredilen hadiste açıktan bir yasaklama olmadığını, üstelik Kur’an’da Belkıs’ın devlet başkanlığından müsbet olarak bahsedilmesini” delil getirerek itiraz edenler de olmuştur.

Bu konuyu, her iki tarafın delillerini de inceleyerek araştıran Hayreddin Karaman, sonuçta şu kanaate varmıştır: "Devlet başkanlığında öncelik erkeklere aittir; bu görevin gerektirdiği fıtrî donanım daha ziyade erkeklerde vardır, bununla beraber ihtiyaç ve zaruret bulunursa kapı kadınlar için de açıktır.”

[20]

Halifenin Seçimi

Daha önce de belirtildiği gibi Kur'an, halifenin seçimi konusunda belli bir kural getirmemiştir İslam hukukçuları bu konuda genellikle Hulefa–i Raşidin dönemindeki uygulamayı yasallaştırmışlardır. Bu tatbikat onlar için önemli bir tecrübedir. Bu şekiller aslında nasla belirlenmediğinden, bütün teferruatıyla düşünüldüğünde nihai şekiller değildir. İnsanların tarih içinde kazandıkları toplumsal tecrübeler sonucunda buldukları daha güzel, daha adil, daha katılımcı,  bütün teferruatıyla daha belirgin şekiller, İslam’ın belirlediği genel prensipler çerçevesinde kalmak şartıyla, toplumun menfaat ve maslahatını daha güzel gerçekleştiriyorsa, onların benimsenip uygulanmasında bir mahzur yoktur. Geçmişteki uygulamaya göre ortaya dört yol çıkmaktadır.

1-Bey'at yolu: Hz. Ebu Bekir'in halife seçilmesi, Medine'de bulunanların biat etmesiyle olmuştur.

2-İstihlaf yolu: Mevcud halifenin, müslümanları ihtilaftan korumak gibi bir iyi niyetle, halife olmaya ehil birisini, çeşitli inceleme ve istişareden sonra, vefatıyla birlikte kendi yerine halife olmasını teklif etmesidir. Sonuç, halkın rızası ve gönüllü bey'atına bağlıdır. Hz Ömer'in halife oluşu böyledir. 

3-Şûra yolu: Şûra, içlerinden halife çıkarabilecek seçkin bir komisyondur. Şura yolu böyle bir komisyonun çeşitli düşünme, tartışma ve araştırmalardan sonra, oybirliği veya çokluğu ile halife olacak bir isim tespit ederek, mevcut halifenin vefatından sonra ona biat etmeyi temin yoludur. Hz. Ömer, ağır bir şekilde yaralanınca, böyle bir şura seçerek, halife seçimini onlara havale etmişti.

4-İstila yolu: İstila, meşru halifenin hayatında ya da ölümünden sonra, seçim, şura ve istihlaf olmaksızın hilafet makamının zorla ele geçirilmesi ve bunun arkasından da yine zorla halkın bey'atının alınmasıdır. Aslında bu İslam’ın temel esaslarına uymayan, dolayısıyla kabul edilmesi mümkün olmayan bir yoldur. Selef alimlerimize saygımız olmasaydı, bunu bir "usül", bir "yol" olarak asla zikretmezdik. İslam’ın asla kabul etmediği bir şekil de, hilafetin babadan oğula verasetle geçtiği soya dayalı saltanat şeklidir.

Hangi yolla olursa olsun sonunda esas olan halkın halifeyi seçip biat etmesidir. Bu biat esas alınınca ortaya bu gün de yaygın olarak kullanılan iki seçim yöntemi çıkmaktadır:

a- Hz. Ebu bekr’in seçiminde olduğu gibi halk doğrudan başkanı seçer.

b- Diğer iki yöntemde olduğu gibi halk “ehlü’l hal ve’l akd” denilen “seçiciler kurulu”nu seçer. Onlar da aralarından birini halife seçerler.

Bu günkü devlet başkanı seçimleri de ya doğrudan halkın seçimi ile veya dolaylı olarak yapılmaktadır. Yani halk milletvekillerini seçer, onlar da Mecliste başkanı seçerler. Seçimin nasıl yapılacağı bir teferruattır ve zamanı geldiğinde kanunlarla tespit edilir. Bu noktada çağın tecrübelerinden yararlanmak yasak değildir. Önemli olan İslam’ın genel prensiplerinin ihlal edilmemesidir.

Halifeyi Seçenler

Bu açıdan bakıldığında “seçmen” önemlidir. Seçmen, yukarda anlatılan manada “adil” ve “alim” olmalıdır. Adilden maksat sahih imanlı, salih amelli, büyük günahlardan kaçan ahlaklı ve erdemli bir kişi olmasıdır. Alimden maksat ise hilafet için aday olan kişide aranılan şartları bilmeye yeterli bir ilim sahibi olmaktır. Ayrıca adaylar arasında hangisinin daha yararlı olabileceğini ortaya çıkaracak bir görüş ve kanaat sahibi olmak da gerekir. Bunlar ondaki sorumluluk bilincinin sonuçlarıdır. Hilafet ile saltanat arasındaki en önemli farklardan biri de hiç şüphesiz bu seçimlerdir.

Seçmenlerin bu tür seçimlere katılmaları bir zorunluluktur. Gayr-i Müslim azınlıkların halife veya meclisteki vekillerin seçiminde oy kullanamamaları, haklarını da kullanamamalarını doğurmaz. Onların hakları İslam’ın teminatı altındadır. Ancak bu hakların ne derece kullanıldığının denetimi veya yeni isteklerinin meclise ve yönetime rahat iletilmesi için belli bir “azınlıklar kontenjanı” da oluşturulabilir.

[21]

  Hilafetin Süresi

Bilindiği gibi monarşilerde devlet başkanı ölene kadar başta kalır. Demokrasilerde ise belli bir zaman için seçilen devlet başkanı, sürenin bitimiyle görevini de bitirir.

İslam alimleri geçmiş uygulamalara bakarak devlet başkanı için belli bir süre koymamış, ehliyetini koruduğu sürece görevde kalacağını kabul etmişlerdir. Ancak, dilerse görevden çekilebilir. Ehliyet şartlarını yitirenler ise azledilir. Bu anlayış, “tecrübeden istifade” etmeye uygundur. Ancak bazı alimler, çağımızda yaygın olarak uygulanan belli bir müddet için seçime de sıcak bakmışlar, bunu yasaklayan bir nassın olmadığını ifade etmişlerdir. Halifenin, belli bir zaman dilimi için seçilmesini yasaklayıcı bir nass olmadığına göre, bunu tartışmanın bir zararı olmadığı kanaatindeyiz. Nitekim Avrupa İslam Konseyinin hazırladığı anayasa taslağının 23. maddesinde şu ifadeler yer alır. “Görev süresi, göreve başlama (biad) tarihinden itibaren tayin edilecek belli bir müddet olabilir”

[22]

Halifenin Azli 

Bilindiği gibi “ulu'l emre” itaat vacibtir. Onda görülen hoşlanılmayan haller veya şahsa karşı yapılan haksızlıklar veya zulümler itaat vazifesini kaldırmaz, isyan hakkı getirmez. Ancak halife masiyeti, yani günahı, haramı emredecek olursa, itaat hakkını kaybeder. Zulme maruz kalmak başka, masiyet emrine maruz kalmak başka şeydir. Ulu'l emr dinen günah sayılan bir şeyi mesela içki içmeyi, namaz kılmamayı, tesettürü terk etmeyi emretse, itaat edilemez.

Ulu'l emr, İslam’dan çıkarak küfre düşerse, kendiliğinden azledilmiş olur. Müslümanlara yöneticilik hakkını kaybeder. Bu durumda bütün müslümanlara, isyan etmek vacip olur. İbn Hacer, hükmü şöyle bağlamıştır: "İsyana gücü yeten, sevap kazanır. Müdahene eden, yani yağcılık yapan günahkâr olur. Aciz kalana da, oradan hicret gerekir.”

[23]

 

 


[1]

Diyanet İslam Ansiklopedisi, “Hilafet” md. 17/539

[2]

Şamil İslam Ansiklopedisi, “Hilafet md.

[3]

İbn Haldun, Mukaddime, 191

[4]

Buhârî, Meğâzi, 37; Ahkâm, 43; Müslim, Hacc, 425; İmâre, 61; Ebu Dâvûd, Cihâd, 72; Tirmizî, Deavât, 41, 46; Nesâî, İstiâze, 43 vs

[5]

Fatır, 35/39

[6]

Nur, 24/55

[7]

Şamil İslam Ansiklopedisi, “Hilafet md

[8]

DİA. İslam Ansiklopedisi, “Hilafet” md. 17/539     

[9]

Bkz. En'am, 6/165

[10]

Şamil İslam Ansiklopedisi, “Hilafet” md.

[11]

Bkz. Cemal Nar, İslamlaşma Bilinci’nde, “Hilafet Bilinci”. s. 97-101

[12]

Al-i İmran, 28.

[13]

Tevbe 71.

[14]

Enfal 73

[15]

Nisa 59.

[16]

Bkz.Elmalılı, 3/16; Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim Şerhinde 11 görüşü, ileri sürenleriyle beraber zikreder. Bkz.8/706-707

[17]

Elmalılı, a.e.g. 3/16; Razi, Mefatihu'l Gayb, 10/149.

[18]

Buharî, Fiten, 2/2, 8/87; Müslim, İmaret 55.

[19]

Buhârî, Fiten 17, Megâzi 82; Tirmizî, Fiten 75, (2263); Nesâî, Kudât 8 (8, 227) Tirmizî'de şu ziyade gelmiştir: "Hz. Aişe Basra'ya geldiği zaman bunu hatırladım. Bu söz sayesinde Allah beni muhâfaza etti". Açıklamalar için bkz. İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 6/418-419)

[20]

İslam'ın Işığında Günün Meseleleri, 3/307

[21]

Bkz. Cemal Nar, İslamlaşma Bilinci, s.119.

[22]

Bkz. Ahmet Akgündüz, İslam Anayasası, s.134.

[23]

İbrahim Canan, Kütüb-ü Sitte 6/437