Akrabalarımıza Karşı Görevlerimiz

“Din muameledir” hadisi bizim akrabalarımıza karşı vazifelerimizi ne kadar gözettiğimiz açısından bizim dindarlığımızı sorgular. Malum, aralarında, nesep, süt veya evlilikten doğan bir bağ ve yakınlık bulunan insanlar için “akraba” kelimesini kullanırız. Kelime Arapça kökenlidir. Akraba, yakın, hısım manasına gelen "karîb" kelimesinin çoğulu olup, aslı "akribâ"dır.

 

Bugün az bilinen bir konu da süt akrabalığıdır. İslam’a göre bir kimse süt çağındayken, yani iki yaşına kadar hangi kadının sütünü emdi ise, o kadın onun sütannesi olur. Dahası, o kadın ve akrabalarıyla kendisi arasında da akrabalık bağı meydana gelir. Meselâ: Sütünü emdiği kadın onun sütannesi kocası sütbabası çocukları da sütkardeşleri olur. İki yaşa kadar emilen süt çocuğun vücut yapısını tamamladığı için, emzirenin bir parçası: emziren de emenin-tıpkı öz annesi gibi- bir annesi durumundadır. Böylece buna dair evlenme yasağı başta olmak üzere bazı hukuki neticeler oluşur.

Bir de maalesef bugün yürürlükteki laik hukukî işlemler sonucu oluşan, "evlât edinme, tebennî" şeklinde bir akrabalık bağı vardır ki bu Cahiliye devri Arapları arasında da yaygın olan bu tür bir akrabalıktı, İslâm, bütün sonuçlarıyla birlikte ortadan kaldırmıştır.

Toplumun temel çekirdeğini oluşturan aile ve onun etrafını sıkıca saran akrabalık bağları ne kadar sağlam olursa, toplum da o kadar sağlam ve güçlü olur. ilâhî kanun gereği insanoğlu, dünyaya bazı kişilerle arasında hısımlık bağları ile birlikte gelir, bu bağın sağlam olması, insana yüksek bir moral gücü kazandırır. İşte bu güç kişiye, hayatın zorluklarını göğüsleme ve ondan zevk alma şansını sağlar. Hz. Peygamber (s.a.s.); mutluluğun kaynağı olan sevginin “verâset yoluyla”, yani yakın ve uzak akrabalar kanalıyla kazanılacağını belirtmiştir.

[i]

Birbiriyle sıkı ve sıcak ilişkiler içinde olan akrabalardan meydana gelen cemiyetler de güçlü olur. Hatta devlet de bundan güç alır. İslâm'ın hedeflerinden biri de, sağlam bir müslüman toplum oluşturmaktır. İşte bunda, sılayı rahmin, yani akrabalık ilişkilerini devamlı ve canlı tutmanın büyük bir yeri vardır. Akrabaya İslâmî akîde gereği yakınlık duymak, onların yardımlarına her zaman koşmak, sık sık ziyaret etmek, uzakta bulunanları arayıp sormak, onlarla haberleşmek şarttır. Toplumun önemli bir kurumu olan ailenin sağlam bir yapıya kavuşturulması, ancak bu görevlerin tam anlamıyla yerine getirilmesiyle mümkündür. Sağlam bir aile sağlam bir topluma götürür.

[ii]

Bu yüzden dînimiz, akrabalar arasındaki ilişkilerin sağlam, sıcak ve devamlı olmasına, akrabaların birbirine maddeten ve mânen destek olmalarına çok önem vermektedir. Hısımlık hakkını gözetmek, akrabalara maddî ve manevi ikramlarda bulunmak Allah ve Resulü'nün ısrarla emrettiği şeylerdendir.

Kur'an-ı Kerim' de Cenâb-ı Allah şöyle buyurur:

"Allah'a kulluk edin, O'na hiç bu şeyi ortak koşmayın. Ana-babaya, akrabalara, yetimlere, düşkünlere, yakın ve uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve size hizmet eden kimselere iyilik edin. Allah, kendini beğenip öğünenleri elbette sevmez. "

[iii]

"Akrabalarına, düşküne ve yolcuya hakkını ver, elindekileri de hepten savurma." (el-İsrâ, 17/26).

Peygamberimiz, malını Allah yolunda harcanması için hibe etmek isteyen Ebu Talha'ya “onu akrabalarına harcamasını” tavsiye etmiştir. Dinimizin emir ve tavsiye ettiği bu akrabalık hakkında Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle demektedir:

"Kim rızkının bol olmasını ve ömrünün uzamasını isterse sılayı rahim yapsın."

[iv]

Bazı rivayetlerde hadiste şu mücjdeler de vardır” ve kötü ölümden korunmak istiyorsa, Allah’tan korksun ve sılai rahimi korusun.”

“Akraba ile ilgiyi kesen, cennete girmez.”

[v]

“Akrabayı ziyaret eden, kendisine gelenlere giden değildir; asıl ziyaret eden, kendisine gelmeyen akrabasına gidendir.”

[vi]

“Mü'min, akrabasının, kendisini ziyarete gelip gelmemesine bakmadan onları ziyaret etmelidir” deyince bir adam:

- “Yâ Resulâllah, benim akrabam var, ben onlara gidiyorum, onlar bana gelmiyorlar; ben onlara iyilik ediyorum, onlar bana kötülük ediyorlar. Ben onlara halim (hoşgörülü) davranıyorum, onlar bana kaba davranıyorlar,” dedi. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurdu:

- “Eğer sen dediğin gibi isen, onlara sıcak kül yediriyorsun, demektir. Sen böyle yaptığın sürece dâima onlara karşı Allah'tan bir yardımcı seninle beraber olacaktır.”

[vii]

İslâm, âile ilişkilerine ve akrabalık bağlarına çok önem verir. Bu yüzden Mü’min olmayan akrabalarla her durum ve şartta ilginin kesilmesini emretmez. Onlardan İslâm’a ve müslümanlara düşmanlık gelmez ise, İslâm onlara karşı iyilik yapmayı ve onları ziyâret etmeyi yasaklamaz. Aksine bu konuda çok etkili emirler verir.

“Allah'a ibâdet edin ve O’na hiçbir şeyi şirk/ortak koşmayın. Ana babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya (eş dost ve arkadaşa), uzak komşuya, yolcuya, ellerinizin altında bulunanlara iyi davranın; Allah kendini beğenen ve daima böbürlenen kimseyi sevmez.”

[viii]

Özellikle müşrik de olsalar, ana babaya iyilik, ihsan, infak, merhamet ve güzellikle davranmayı, onlarla sıcak ilişkiler kurmayı arzular:

“Biz insana ana babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Çünkü anası onu nice sıkıntılarla taşımıştır. Sütten ayrılması da iki yıl içinde olur. (İşte bunun için) önce Bana, sonra da ana babasına şükretmesini tavsiyede bulunmuşuzdur. Dönüş ancak Banadır. Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi (körü körüne) Bana şirk/ortak koşman için zorlarlarsa, onlara itaat etme. Onlarla dünyada iyi geçin.”

[ix]

Bu âyette de açıkça görüldüğü gibi, şirk/küfür konusunda ana baba dahil hiçbir kimseye itaat edilmez. Fakat itaat başka, iyilik yapmak ve güzel davranmak başkadır. Kafir, müşrik bile olsalar ana babaya iyilik yapılması emredilmektedir. Nitekim Hz. Âişe’nin kardeşi Esmâ (r.a.)’ya, müşrik annesini ziyâret edip iyilik yapması için Hz. Peygamber’in izin verdiği bilinmektedir.

[x]

Müslüman olmayan ebeveyne de muhtaç olduklarında infak vâciptir; dinleri farklı da olsa, kişi muhtaç olan anne babasına bakmakla yükümlüdür. Bir müslümanın durumu müsait iken, ana babasını sıkıntı ve zorluk içinde kıvranır vaziyette bırakması, tabii ki, bir iyilik ve ihsan sayılmaz. Halbuki Kur’an, her şartta ana babaya ihsan ve iyiliği emretmektedir.

[xi]

Anlatılanların aksine davranarak akraba ile ilgisini keseni Allah kötülemiş.

[xii]

Yukarıda din kardeşliğinin gerektirdiği hak ve hukukundan bahsetmiştik. Haliyle akrabanın haklarına riâyet, onlardan önceliklidir. Bu haklara riayet etmeyenin günah işlediğini bildiren dinimiz, yakınları kâfir de olsalar, bunların haklarını yakınlarına vâcip kılmıştır. O kadar ki, Sevgili Peygamberimiz (sav) “Akraba ile  alâkayı kesen cennete giremez.” buyurmuştur.

[xiii]

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki kâfir akrabayı dost ve sırdaş edinmek başka şeydir; nafaka temin etmek, onları ziyâret etmek, onlara ihsanda bulunmak daha başka bir şeydir; bunlar birbirine karıştırılmamalıdır.   Böyle olunca akrabalarımıza karşı sorumluluklarımızın varlığı da meydandadır. Onların birinci derecede olanlarını daha sıklıkla, uzak olanlarını senede en az bir iki kere ziyaret etmek, telefon veya başka iletişim araçlarıyla görüşüp konuşmak, hallerini araştırmak, fakir iseler tasadduk etmek, ki bu tasadduk, başkalarına yapılandan kat kat daha sevaolıdır, hasta iseler ziyaret etmek, onlar güzel karşılık vermeseler, hatta üzseler bile Allah için af ederek müsamahalı davranmak, akrabalık bağlarını koparmamaktır. Bu nefse ağır gelse de Rabbi razı eder. Tam tersi, akrabalık bağını kesmek nefse hoş gelse de Rabbimizi kızdırır.

Şukonulara da dikkat etmek gerekir. Yakınlık münasebetinin hak, hukuk ve adaleti elden bırakmaya sebep olmaması gerekir. Bu yüzden akrabanın suçunu saklamamak. Şahitliğe davet edildiği zaman gidip doğruyu söylemek gerektiğini Kur'an-ı Kerîm şöyle belirtiyor:

“Konuştuğunuzda -akraba bile olsa- sözünüzde âdil olun”.

[xiv]

Yakınlarını sahip olduğu makam ve mevkileri istismar ederek lâyık ve ehil olmadıkları halde belli iş, ihale ve sair kazanç yollarına tevessül etmek, adam yerleştirmeye uğraşmak, adam kayırmak, tıpkı rüşvet gibi haramdır. Emanetler ehline verilmelidir. Yoksa düzen bozulur, kıyamet kopar. Toplumda layık ve ehliyetli insanları işlerinden etmek ve yerine ehliyetsiz insanları getirmek çok çirkin ve haram bir muameledir. Önemli bir makam ve mevkide bulunan yakınına güvenerek menfaat sağlamaya çalışmamak, insanları tehdit ederek rahatsız etmek de yine akrabalık ilişkilerini zehirleyen bir muameledir.

KOMŞULARA İYİLİK

 

Komşu, bize yakın yerde olanlara denir. Ev, işyeri, arazi, köy, şehir ve ülke bakımından yakın olması fark etmez.

İnsan yalnız yaşayamayan sosyal bir varlık olduğu için, ailemizden sonra en yakın çevremiz, komşularımızdır. İyi veya kötü günlerimizde şartlar en yakın çevre ile temas halinde bulunmayı gerektirir. Darlık zamanında yardımlaşma, normal zamanlarda ziyaretleşme, sır sayılabilen halleri gizleme birbirinin hâlinden etkilenme, hatta komşunun mülkünü satın almada öncelik hakkına sahip olma (şûf'a hakkı) komşulukla ilgili bir dizi hak ve sorumlulukların kaynağım teşkil etmiştir. Kur'ân-ı Kerim'de komşu ilişkisinden söyle söz edilir: "Anaya, babaya, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve mâliki bulunduğunuz kimselere iyilik edin "

[xv]

Komşu deyiminin kapsamı ile ilgili olarak Hz. Ali (r.a) çevrede "sesi işitilenlerin" komşu olduğu görüşündedir. Hz. Aişe (r.a) da her taraftan kırk evin komşu olduğunu ve bunların komşuluk hakkına sahip bulunduklarını bildirmiştir. Ayrıca, komşu tabiri, hiç bir ayırım yapılmadan, müslüman-kâfir, âbid-fâsık, dost-düşman, yerli-misafir, iyi-kötü, yakın-uzak bütün komşuları içine alır

[xvi]

.

Hz. Peygamber: "Cebrail (a.s) durmadan bana komşuya iyilik etmeyi tavsiye ederdi. Bu sıkı tavsiyeden, komşuyu komşuya mirasçı kılacağını zannettim"

[xvii]

buyurur.

Bir Müslümanın başkalarına zarar vermemesi, herkese iyilik yapması en önemli ahlâkî görevlerindendir. Ancak sürekli karşılıklı ilişkiler sebebiyle komşu bu konusularda daha önceliklidir. Nitekim Allah elçisi şöyle ifade buyurmuştur:

"Şerrinden komşusunun güveninde olmadığı kimse gerçek mü'min olamaz".

[xviii]

"Allah'a ve âhiret gününe iman eden komşusuna iyilik etsin" (Buhârî, Edeb, 31; Müslim İmân, 74, 76, 77; İbn Mâce, edeb, 4; Dârimî, Et'ime, 11). "Allah katında dostların en iyisi arkadaşına, komşuların en iyisi de komşusuna en iyi davrananıdır"

[xix]

buyurmuştur.

Bu prensipten hareket edilince komşu komşuyu rahatsız edemez. Burada, herkese uygulanabilen objektif bir ölçü sunulmuştur. Görüntü yaparak veya balkon, saçak vb. yapılarla komşunun arsasına taşarak zarar veren kimse, aynı davranış kendisine yapılsa razı olmayacaksa, kalbine danışarak doğruyu bulabilecektir. Allah Rasulü bu ölçüyü Vâbisa (r.a)'ya hitabederek şöyle açıklamıştır:

"Ey Vâbisa insanlar sana fetvâ verse bile bir de kalbine danış. Birr (iyi, güzel olan şey), yaptığın zaman kalbini rahatlatan, günah ise kalbini rahatsız eden şeydir".

[xx]

Komşusunun, kendisinde ne gibi hakları bulunduğunu soran bir sahabeye Hz. Peygamber (s.a.s) şöyle cevap vermiştir:

"Hastalanırsa ziyaretine gidersin, vefat ederse cenazesini kaldırırsın. Senden borç isterse borç verirsin. Darda kalırsa yardım edersin. Başına bir felâket gelirse teselli edersin. Evinin damını onunkinden yüksek tutma ki, onun rüzgârını kesmeyesin. Ya senin ne pişirdiğini bilmesin, ya da pişirdiğinden ona da ver"

[xxi]

.

Bu hadisin ışığında komşularımıza karşı yerine getirmemiz gereken görevlerimizin neler olduğuna gelince: Komşularımıza karşı tatlı sözlü, güler yüzlü olmalı, onlarla karşılaştığımızda selamlaşmayı, hâl hatır sormayı, neş'e ve kederlerini paylaşmayı ihmal etmemeliyiz. Sağlık ve hastalıklarında, üzüntü ve sevinçli anlarında, düğün ve bayramlarda kendilerini ziyaret etmek, onlardan biri vefat etmek, onlardan biri vefat ederse yakınlarına başsağlığı dilemek, kendilerine destek olmak, cenazenin kaldırılmasında yardımcı olmak, dâvetlerini kabûl etmek, çocuklarını kendi çocuklarımız gibi sevmek, koruyup gözetmek de komşuluk görevlerindendir. 

Komşularımıza ikramda bulunmak da ahlâkî görevlerimizdendir. Rasûlüllah (s.a.s): "Allah'a ve âhiret gününe iman eden komşusuna ikramda bulunsun" demiştir.

[xxii]

Yine Peygamber "Ya Ebâ Zerr! Çorba pişirdiğin zaman suyunu çoğalt ve komşularını da unutma," tavsiyesinde bulunmuş, ayrıca "Komşusu açken tok olarak yatan kimse bizden değildir"

[xxiii]

buyurmuştur.

Fakir ve muhtaç komşuların yardımına koşmak, gerekirse onlara maddi yardımda bulunmak, ödünç para vermek, çalışabilecek durumda olanlara, geçimlerini sağlayacak bir iş sağlamak müslümanın görevidir. Kimsesiz ve yaşlı komşularımızın, işlerini takip etmek, yapmak veya yaptırma da çok güzel bir davranıştır.

[xxiv]

Komşuda olup bitenleri araştırmamak, ayıp ve kusurlarını ortaya çıkarmamak, bize karşı hatalı söz ve davranışlarda bulunmuşlarsa, onları anlayışla karşılayıp bağışlamak kendilerine dünya ve âhiret işlerinde yol gösterici olmak da komşuluk görevleri arasındadır. Kur'an-ı Kerim'de birbirinin kusurunu araştırmak ve başkasının gizli kalmış yanlarını ortaya çıkarmaya çalışmak yasaklanmıştır.

[xxv]

Komşulara kötülük yapmamak, zarar vermemek gerekir. Hz. Peygamber şöyle buyurarak müslümanlara komşu hakkının önemini belirtmiştir:

"Komşusu, kötülüklerinden emin olamayan kişi iman etmiş olmaz"

[xxvi]

"Allah'a ve âhiret gününe iman eden komşusuna eziyet etmesin."

[xxvii]

Komşuya ya maddi veya manevî yoldan eziyet yapılır. Maddi kötülük, evine, bahçesine, malına, mülküne tecavüz etmek; onları bozmak, yıkmak, kirletmek, zorla ele geçirmek, kendisini dövmek ve hırpalamaktır. Manevî kötülük ırz ve namusuna tecavüz etmek, âile sırlarını çevreye yaymaktır. Özellikle komşunun namusuna göz dikmek günahın katlanmasına sebep olur. Bir soru üzerine Hz. Peygamber, Allah'a ortak koşmak ve açlık tehlikesi ile çocuk öldürmekten sonra en büyük günahın, "komşunun hanımı ile zina etmek" olduğunu haber vermiştir. Mikdad b. Esved (r.a) bu konuda Rasûlüllah (s.a.s)'ın şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

"Komşusunun karısıyla zina yapanın günahı, on kadınla zina yapan adamın günahından daha ağırdır".

[xxviii]

Abdullah b. Ömer'in anlattığına göre, Hz. Peygamber bir savaşa çıkmıştı. Yolda: "Bu gün, komşusuna eziyet eden kimse bize katılmasın," buyurdu. Adamın biri: "Ben komşumun duvarının dibine abdest bozmuştum" deyince, Rasûlüllah: "Bu gün bize katılma" buyurdu.

[xxix]

Bütün bu âyet ve hadislerden de anlaşılacağı gibi, çevresindeki insanlarla iyi komşuluk münasebetleri kurmak her müslümanın görevidir. Bu görevi yerine getirmeyen ve komşularım rahatsız eden insanlara da her zaman rastlanmaktadır. Hz. Peygamber, kötü komşunun fenalıklarına karşı sabırlı olunmasını tavsiye etmiştir.

Kötü komşunun, nasıl çevresindeki insanlara zararı dokunuyorsa aksine iyi komşunun da dünya ve âhirette yakınlarına iyilik ve yardımı dokunacaktır. Hadîs-i şerifte; "Şüphesiz, Allah (c.c) salih müslüman sebebiyle komşularından yüz evden belâyı defeder"

[xxx]

buyurmuştur.

İslam hukukuna göre, bitişik komşu olmak malî bazı hakların da doğmasına sebeb olur. Şuf'a ve irtifak hakları bunlar arasında sayılabilir.

[xxxi]

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Ev komşusu eve, başkalarından daha fazla hak sahibidir"

[xxxii]

. "Komşu komşusunun şuf'asına başkalarından daha fazla hak sahibidir"

[xxxiii]

 

 

 


[i]

Buhârî, el-Edebu'l-Müfred, 22.

[ii]

Bkz. Şamil İslam Ansiklopedisi, “Akrabalık” md.; TDV İslam Ansiklopedisi konuyu güzel ortaya koymuş. Bkz. Age. II. 285 vd.

[iii]

en-Nisâ, 4/36.

[iv]

Buhârî, Edeb, 12.

[v]

Müslim. Birr: 18. 19.

[vi]

Buhâri. Edeb: 15; Ebû Dâvûd. Zekât: 45; Tirmizi. Birr: 10; İbn Hanbel, Müsned: 2/163,190, 193.

[vii]

Müslim, Birr: h. 22.

[viii]

4/Nisâ, 36.

[ix]

31/Lokman, 14-15.

[x]

Buhârî, Hîbe hadis no: 2620; Müslim, Zekât hadis no: 1003.    

[xi]

Bkz. 2/Bakara, 83; 4/Nisâ, 36; 6/En’âm, 151; 17/İsrâ, 23; 31/Lokman, 14.

[xii]

4/Nisâ, 1.

[xiii]

Buhârî, Edeb, hadis no: 5984; Müslim, Birr, hadis no: 2556.

[xiv]

En'am: 6/152.

[xv]

en-Nisâ, 4/34.

[xvi]

Tecrid-i Sarih Tercümesi, XII, 130.

[xvii]

Buhârî, Edeb, 28; Müslim, Birr ve Sıla, 140: 141; Tirmizi, Birr, 28; İbn Mace, Adeb, 4.

[xviii]

Buhârî, Edeb, 29; Müslim İman, 73; Tirmizî, Kıyame, 60; Ahmed b. Hanbel, I, 387, II, 288, 336, 373, III, 154.

[xix]

Buhârî, İman, 31; Tirmizî, Birr, 28.

[xx]

Dârimi, Büyû', 2; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 228.

[xxi]

Y.Kandehlevi, Hayâtü's-Sahâbe, III, 1068.

[xxii]

Buhârî, Edeb, 31; Müslim, imân 74, 76, 77; İbn Mâce, Edeb, 4.

[xxiii]

Müslim, iman, 74, Birr ve Sıla, 142; Ahmed b. Hanbel, 1,55.

[xxiv]

bk. Ehû Dâvud, Zekât, 25; Mâlik, Muvatta, Zekât, 29; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 31, 40.

[xxv]

el-Hucurât, 49/12.

[xxvi]

Buhârî, Edeb, 29; Müslim, İman, 73; Tirmizî, Kıyame, 60.

[xxvii]

Müslim, iman, 73, 75.

[xxviii]

Buhârî, Tefsiru Sûre 2/3, 25/2, Edeb, 20, Diyat, 1; Hudûd, 30; Tevhid, 40; Müslim, İman, 141, 142; Ebû Dâvud, Talâk 50; Tirmizî, Tefsiru Sûre, 25/1,2.

[xxix]

Y el-Askalâni, Selâmet Yolları, III, 298). Kandehlevi, Hadislerle Müslümanlık, III, 1068.

[xxx]

el-Askalâni, Selâmet Yolları, III, 298.

[xxxi]

Bkz. Şamil İslam Ansiklopedisi, “Komşu, Komşuluk” Md.

[xxxii]

Tirmizî, Ahkâm, 31, 33; Ebû Dâvud, Büyû', 73; Ahmed b. Hanbel, IV, 388-390, V, 8,12, 13,18.

[xxxiii]

Ebû Dâvud, Büyû, 73; Tirmizi, Ahkâm, 32; İbn Mâce, Şuf'a, I, s.2.