Sünnet

2-SÜNNET

A) Tarifi

B) Sünnetin Huccet oluşunun delilleri

C- Sünnet'in teşrideki yeri 

D-Sünnetin mahiyeti itibariyle taksimi

E- Ravide aranan şartlar

F- Sünnetin senet itibariyle taksimi

 

G- Sünnetin hükümlere delaleti

 

2-SÜNNET 

A) Tarifi :

Sünnet, lügatte adet, yol, siret gibi manalara gelir. Istılahda ise, Peygamber’in (s.a. v. ) söz, fiil ve takrir (tasvip) leridir. Bu bakımdan Sünnet: farz, vacip, Sünnet, sıhhat, fesad, butlan gibi hükümlerin delillerinden bir delil, teşri kaynaklarından bir kaynaktır. Sünnet ile Hadis eş anlamlı olarak kullanılabilir. Bazen sadece peygamberimizin sözleri için "hadis”terimi kullanılır, bazen de Sünnetin yazı ile tespit şekline hadis denir. 

Fıkıhçılar ise Sünneti:"Peygamberimizin farz ve vacip dışında, ibadet maksadı ile yaptığı ümmetinden de yapılmasını istediği şer'i hükümlerdir şeklinde tarif ederler. Mesela ezan okumak, sabah namazından önce iki rekat namaz kılmak Sünnettir. 

B) Sünnetin Huccet oluşunun delilleri:

Bütün İslam alimleri, Sünnet'i, Kur’an'dan sonra bir teşri kaynağı olarak kabul etmişler ve bu konuda bazı ayet ve hadisleri delil olarak göstermişlerdir. Ayrıca icma ve akli delillerle de, Sünnetin bir delil olduğu açıktır. Şimdi bu delilleri kısaca açıklayalım:

a ) Ayetler:

1- Hz. Peygamber insanlara örnek olarak gösterildiği için, diğer insanlardan farklı olarak ilahi kontrol altında bulunduruluyordu. Ve böylece hatalardan korunuyordu. Kur’an'da:"O, kendi arzusu ile söylemez. Onun (söylediği) , kendisine vahy olunandan başka bir şey değildir." (Necm:3-4)  buyuruluyor ki, Hz. Peygamberin konuştuklarının vahye dayandığını göstermektedir. Peygamberimize indirilen Kur’an'a vahy-i metluv, Sünnet’ine ise vahy-i gayri metluv denir. Yani Peygamber Efendimiz din adına ne söylemişse, vahiy mahsulüdür. Sünnetin sadece lafzı peygambere aittir. Manası ise Allah'a aittir. Kur’an'a uymak nasıl farz ise Sünnet’e uymak da öyle farzdır. 

2- Kur’an, ayetleri açıklama görevini Peygamber Efendimize vermiştir. "Biz sana da Kur’an'ı indirdik. Ta ki insanlara, kendilerine ne indirildiğini açıkça anlatasın" (Nahl:44)  ayeti, bunu teyid etmektedir. Buna göre Sünnet, Kur’an'ın bir tamamlayıcısı ve hükümlerin bir kaynağıdır. 

3- Kur’an'da pek çok ayet, Sünnete uymanın, peygambere itaat etmenin farz olduğuna delalet etmektedir. Kur’an'ın bu delaleti, çeşitli üslup ve ifade tarzları ile olmuştur. Mesela, Kur’an'da, ”Peygambere itaat eden, Allah'a itaat etmiş olur. " (Nisa:80) , "Ey iman edenler, Allah'a itaat edin, Peygambere itaat edin ve sizden olan Ulu'l-emre itaat edin" (Nisa:59) , "Allah ve Rasulü bir şeye hükmettiği zaman, iman eden kadın ve erkeklere artık işlerinde muhayyerlik yoktur. " (Ahzap:36) , "Aralarındaki ihtilafa seni hakem tayin etmedikçe, iman etmiş sayılmazlar. " (Nisa:65) , "Peygamber size ne verirse onu alın, neyden yasaklarsa ondan vazgeçin. " (Haşr:7)  buyurulmaktadır. İşte bu ayetler gösteriyor ki, Peygamber (s. a. v. ) İn emirlerine uymak bir vecibedir. 

4-Sünnet, Peygamberimizin Rabbinden aldığı risaleti tebliğden ibarettir. Yüce Allah risaleti tebliğ hususunda şöyle buyurmaktadır:"Ey Peygamber Rabbinden sana indirilenleri tebliğ et, eğer bunu yapmazsan, O'nun emirlerini tebliğ etmemiş olursun . " (Maide:67) . Sünnet de Peygamberimizin tebliğine dahil olduğuna göre, ona uymak, Allah'a uymak demektir. 

5-Kur’an'ın nasları, peygambere iman edilmesini açıkça belirtmektedir. Mesela bir ayette şöyle buyurulmaktadır: "Allah'a ve okuyup yazması olmayan Ümmi Peygambere iman edin. O Peygamber de, Allah'a ve O'nun sözlerine iman etmiştir. Ve O'na uyun ki, hidayete eresiniz. " (A’raf:158) . Bu ayet, Peygambere imanı ve bunun neticesi olarak da, O'na uymayı emretmektedir. 

İşte Sünnet'in huccet oluşu böylece Kur’an ayetleriyle sabit olmuştur. Buna göre Sünnet, bir bakıma Kur’an'dan doğmuş, Peygamber de hadisleriyle Kur’an'ı tefsir etmiştir. 

b) Hadisler:

Sünnet'in bir teşri kaynağı olduğunu gösteren hadisler vardır :

1- "Bana Kur’an ve onunla beraber onun gibisi (Sünnet)  verildi. Yakında karnı tok, koltuğuna yaslanmış birisi, "Size bu Kur’an yeter, onda neyi helal bulursanız, onu helal kabul ediniz, onda neyi haram bulursanız, onu da haram biliniz”diyecek. Şunu biliniz ki, Allah Rasulü'nün haram kıldığı da, Allah'ın haram kıldığı gibidir. (Mişkat, Ebu Davut) 

2- Nebi (s. a. v. ) , Muaz b. Cebel'e “Sana bir dava getirildiğinde ne ile hükmedeceksin ya Muaz”diye sordu. Muaz b. Cebel “Allah'ın kitabı ile hükmederim “diye cevap verdi. Peygamber “onda bulamazsan ne ile hükmedeceksin” diye sordu. Muaz "Peygamberin Sünneti ile hükmederim” cevabını verdi. Konuşma sonunda Hz. Peygamber, Muaz'ın bu şekilde cevap vermesine çok sevindi ve Allah'a hamdü senada bulundu (Ebu Davut) . 

3-"Size kendilerine sarıldığınızda, hiç sapıtmayacağınız iki şey bırakıyorum:Allah'ın kitabı ve Peygamberin Sünneti. " (Muvatta) .  

Bu hadisler, Sünnetin bir teşri kaynağı olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. 

c) Sahabe uygulaması ve icma:

Sahabe her konuda Peygamberin Sünnetine tabi olmuş, fetva ve hüküm verirken, Kur’an’dan sonra Sünnet’e müracaat etmişlerdir. Hz. Ebu Bekir, peygamberimizin vefatından sonra kendisine getirilen meselelerin hükmünü bulmak için, önce Kur’an'a, bulamazsa Sünnet'e başvurmuştur. Kendisinden sonra gelenler de, ona tabi olmuşlardır. Hz. Ömer, Vali ve Kadılara gönderdiği genelgelerde, Kur’an ve Sünnet'e göre uygulamada bulunmalarını emretmiştir. 

İslam’ın ilk devrinden itibaren, Zamanımıza kadar bütün İslam alimleri Kur’an’dan sonra Sünnet'i, bir teşri kaynağı olarak kabul etmişler ve bu konuda icma vaki olmuştur. 

d)  Akli delil: 

Yukarıda görüldüğü gibi, Kur’an ve Sünnet, Peygambere imanı, itaati ve onu örnek almayı emretmektedir. Peygambere iman edipte onun Sünnetini reddetmek akla aykırıdır. Ona iman etmek, tabi olmayı ve onun Sünnet’ini esas almayı gerektirir. Aksini düşünmek akla aykırıdır. 

C- Sünnet'in teşrideki yeri : 

İslam hukukunda Sünnet ikinci kaynaktır. Ve teşride Kur’an'dan sonra gelmektedir. Sünnetin teşrideki yerini şöyle özetleyebiliriz:

  1-Sünnet Kur’an'ın müphem ve mücmellerini açıklar, umumi hükümlerini tahsis eder, mutlakını mukayyed yapar. Fakihlerin çoğunluğuna göre nasih ve mensuhu bildirir. Mesela Sünnet, namazın kılınışını, haccın yapılışını, zekata tabi olan malları ve zekat miktarlarını açıklamıştır. 

  Aynı şekilde Allah, alış-verişi helal ve faizi haram kılmıştır. Sünnet ise alış-verişin doğru ve yanlış olanını, haram olan faizin türlerini açıklamıştır. 

  Kur’an'ın âmm hükmünü tahsis eden Sünne’te misal olarak şu hadis gösterilebilir:"Kadın, halası, teyzesi, erkek veya kız kardeşinin kızı üzerine nikahlanamaz. Bunu yaparsanız, akrabalık bağlarını koparmış olursunuz. " (Buhari)  Bu hadis, şu ayetin genel hükmünü tahsis etmiş olmaktadır: “Bunların (yukarıda sayılanların)  dışındakiler size helal kılındı. " (Nisa:24)  Çünkü söz konusu ayette, bu hadiste geçenlerle ilgili bir yasak yoktur. 

 Kur’an'ın mutlak'ını takyid eden Sünnete misal ise, “Hırsızlık yapan erkek ve hırsızlık yapan kadının ellerini kesin. " (Maide:38)  mealindeki ayette sağ mı, yoksa sol elin mi kesileceği belirtilmemiştir. İşte Sünnet, mutlak tarzda yer alan bu hükmü, sağ elin bileğinden kesilmesi şeklinde takyid etmiştir.

  Sünnetin Kur’an'daki bazı hükümleri neshettiğine misal ise şudur: Bakara suresi 180. ayette, ana babaya vasıyyet emredilmiştir. Bu ayetin hükmü:"Varise vasıyyet yoktur" (Buhari) , hadisi ile neshedilmiştir. 

2-Sünnet Kur’an’da olmayan bir kısım hükümleri açıklar. Mesela, süt kardeşliği, erkeklerin ipek elbise giymesinin haram veya mekruh olduğu, vitir namazı, ramazan orucunu bozana keffaret lazım gelmesi gibi. 

3-Sünnet Kur’an'da asılları sabit olan konuların hükümlerini tamamlayıcı mahiyette açıklamalarda bulunur. Mesela, Kur’an lianı açıklamış, Sünnet de, liandan sonra karı-kocanın birbirinden bain talakla ayrılacağını bildirmiştir.  

4-Sünnet Kur’an'daki hükümlere uygun hükümler de getirir. Bu durumda Sünnetin hükmü, Kur’an'ın hükmünü teyid edici nitelikte kabul edilir ve aynı hüküm için, iki delil bulunmuş olur. Birincisi hükmü tesbit eden esas delil ki, bu Kur’an nassıdır, ikincisi ise teyid edici delildir, bu da Sünnet nassıdır. 

Mesela, Hz. Peygamber'in “Bir müslümanın malı (başkasına )  onun rızası olmaksızın helal değildir. " (Müslim) , anlamındaki hadisi, Kur’an'ın "Ey iman edenler mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Karşılıklı rıza ile yeyin" (Nisa:29) , mealindeki ayetin getirdiği hükmün aynısını ifade etmektedir. 

Hz. Peygamberin “Allah zalime mühlet verir, sonunda onu bir cezalandırdı mı artık iflah olmaz. " anlamındaki sözü ile, Allah Teala'nın “İşte Rabbin, zulmeden beldeleri (n ahalisini) yakaladığı zaman, böyle yakalar. Çünkü onun yakalaması çok acı ve çetindir. " (Hud:102) , mealindeki ayeti arasında böyle bir teyid ilişkisi vardır. 

D-Sünnetin mahiyeti itibariyle taksimi:

Sünnet mahiyeti itibariyle üç kısma ayrılmaktadır:

a) Kavli Sünnet:

Bunlar Hz Peygamberin çeşitli münasebet ve maksatlarla söylediği sözlerdir. Kavli Sünnet çoktur. Mesela, ”Zarar vermek ve zarara, zararla karşılık vermek yoktur. ", "Ramazan ayının hilalini görünce oruç tutunuz, Şevval ayının hilalini görünce iftar ediniz. ", ”Bir kimse uyuyarak veya unutarak namazını geçirirse, hatırlayınca kılsın. " (Buhari) , hadisleri kavli Sünnettir.

Rasulüllah’ın sözleri, sadece hükümleri açıklamak ve hükümlerin teşrii maksadına matufsa, bir teşri kaynağı olur, fakat bu özellikleri taşımayan yani teşri ile ilgisi bulunmayan ve vahye dayanmayan, dünyevi ihtisas ve tecrübeye dayanan sözleri ise, teşri kaynağı mahiyetinde değildir. 

  Bu konu ile ilgili olarak şu olay anlatılır: Medine’de Peygamber (s.a.v)  bazı insanların hurma ağaçlarına aşı yaptıklarını görür, aşı yapmamalarını tavsiye eder. Onlar da Peygamberimizin bu tavsiyelerine uyarak hurma ağaçlarını aşılamaktan vaz geçerler. Ancak, hurma ağaçları aşılanmadıkları için meyve vermez. Ağaçların sahipleri Peygamberimize gelerek “Ya Rasulullah, sizin sözünüz üzere hurma ağaçlarını aşılamadık. Ancak hurma ağaçlarının hurması olmadı. ” dediler. Bunun üzerine Peygamberimiz: “Hurma ağaçlarınızı aşılayınız. Sizler, dünyanızın işlerini daha iyi bilirsiniz. ”buyurdu. 

  Hiç şüphesiz bu olayın hükmünün genelleştirilmesi mümkün değildir. Yani dünyevi tecrübe ve ihtisası gerektiren bu olaydan, Kur’an ve Sünnet’in dünyayı ilgilendiren hususlar da hukuki düzenlemeler yapamayacağı anlamı çıkarılamaz. Nitekim İslam, dünyayı ilgilendiren pek çok konuda hukuki düzenlemelerde bulunmuştur.

  b) Fiili Sünnet :

Bunlar Peygamberimizin yaptıkları işlerdir. Fiili Sünnete misal olarak, Peygamberimizin namaz kılışını, hac edişini ve benzeri davranışlarını söyleyebiliriz . Nitekim Peygamber Efendimiz de :"Ben nasıl namaz kılıyorsam sizde öyle kılınız. " (Buhari) , "Hac ile ilgili ibadetinizi benden öğreniniz. " ( Ahmed b. Hanbel)  buyurmuştur. 

Peygamber (s. a. v. ) in fiillerinden bazıları teşri kaynağı olduğu halde, diğerleri değildir. Bu bakımdan İslam uleması, Hz. Peygamberin fiillerini üç kısma ayırmışlardır:

1-Hem Peygamberin hem de Ümmetin uyması gereken fiiller:

Peygamberimiz İslam'ı açıklamak için bir amelde bulunmuşsa, ümmetin ona ittibası gerekir. Mesela, namaz kılışı, oruç tutuşu, hac edişi, borç alıp verişi böyledir. Peygamberimizin yaptığı bir fiil, kendisi hakkında farz ise, ümmeti için de farzdır. Vacip ise vacip, mübahsa mübahtır. Bu hükmün istisnaları da vardır. 

2-Peygamberimizin kendine mahsus fiilleri :

Bu fiillere (Hasais’ün-Nübüvve)  denir. Mesela, Peygamberimize gece ve kuşluk namazlarını (teheccüt)  kılmak bir farzdı. Halbuki bu ibadetler, ümmete farz değildir. Keza peygamberimize dört kadından fazlası ile evli bulunmak caiz olduğu halde, ümmete caiz değildir. Savm-ı visal (iftarsız peşpeşe oruç tutmak)  de, peygamberimize caiz olduğu halde ümmete caiz değildir. Bunlar, Peygamber Efendimize mahsus fiillerdir. 

3-Peygamberimizin beşeri yönü ile ilgili fiilleri:

Peygamberimiz bir insan olarak yemiş, içmiş, oturmuş, kalkmış, giyinmiş, gezmiştir. Bunların, mükelleflere mübah oluşları dışında hiçbir teşrii vasfı yoktur. Bununla beraber, sahabe bu davranışlara da uymaya özen göstermiştir. 

Keza ordunun tanzimi, savaş ile ilgili yapılması gereken şeyler, sırf dünyevi tecrübe ve ihtisası gerektiren ticaret işleri ve benzeri hususlarla ilgili, beşeri tecrübesine göre yaptığı fiilleri de, teşri kaynağı vasfını haiz değildir. Ancak bu konularda kendisinin yaptığı fiillerin vahye dayandığını söylemesi durumunda, bu tür fiillerin teşri kaynağı olmasında hiç bir şüphe yoktur.  

c) Takriri Sünnet:

Takriri Sünnet, Hz. Peygamberin, huzurunda söylenen bir sözü veya yapılan bir fiili, bir hareketi veyahut gıyabında söylenen ve yapılan söz ve hareketleri işittikten sonra, onları reddetmeksizin sükut etmesidir. Bu sükut, söylenen sözlerin, yapılan işlerin mübah ve caiz olduğunu gösterir. Çünkü Hz. Peygamberin, batıl ve İslam'ın kabul etmediği şey hakkında sessiz kalması düşünülemez. Bu tür Sünnete peygamberimizin, su bulamadığı için teyemmümle namaz kılıp, namazını eda ettikten sonra, su bulunduğu halde namazını iade etmeyen kimsenin, bu hareketine ses çıkarmaması misal olarak verilebilir. Peygamberimizin bu hareketler karşısında sükut etmesi, onları tasvip ettiği anlamına gelir. 

Şu hadis Sünnetin üç kısmına da misal olabilir: İbn Ömer, demiştir ki, "Nebi (s. a. v. ) , altından bir yüzük edinmişti, insanlar da altından yüzükler edindiler. Nebi (s. a. v. ) :”Ben altından bir yüzük edinmiştim, onu artık ebediyyen kullanmayacağım. " buyurdular ve yüzüğü parmağından çıkardılar. İnsanlar da aynı şekilde yüzüklerini parmaklarından çıkardılar. " (Buhari) . Görüldüğü gibi bu Sünnet, fiili, kavli ve takriri Sünnetleri içine almaktadır. Peygamberin, insanların yüzüklerini çıkarmalarına karşılık ses çıkarmaması, takriri Sünnet olarak kabul edilebilir. 

 

 

E- Ravide aranan şartlar:

Muhaddisler, bir ravinin rivayet ettiği hadisi kabul etmek için şu dört şartın bulunmasını şart koşmuşlardır:

1-İslam: Müslüman olmayan kişilerin dini konulardaki rivayetleri kabul edilmez. 

2-Akıl : Akıldan maksat, olgun akıldır. Yani büluğ çağına gelen şahsın aklıdır. Bu sebeple çocuk, deli ve bunakların ve bunlara benzer şahısların rivayetleri kabul edilmez. 

3-Adalet : Kişinin akıl ve dinini, arzu ve isteklerine üstün tutmasıdır. Bir takım alametler, kişide adalet vasfının bulunduğunu göstermektedir. Bunlar ana hatları ile; büyük günahlardan kaçınma, küçük günahlarda ısrar etmeme ve üstün karaktere ve şahsiyete sahip olmadır. Bu vasıfları, şahsında toplayan kişiye adil denir ki, ancak adil olan bir kişinin rivayeti kabul edilir. Adilin zıddı olan fasıkın rivayeti ise kabul edilmez. 

4-Zabt : Bir kişide şu dört vasfın bulunması ile zabt vafı teşekkül etmiş olur. Bunlar şunlardır:

a) Rivayet edilen sözün manasını tam olarak anlamak, 

b) Rivayeti tam olarak dinlemek ve onun hiç bir yönünü kaçırmamak, 

c) Rivayet edilen kelamın lafzını ezberlemek, 

d) Hadisi rivayet edinceye kadar, hafızasında ezbere tutabilmek. 

Bütün mezhepler, bu vasıfları şahıslarında toplayan ravilerin rivayetlerini kabul edip onu, huccet olarak kullanmaktadırlar. Ancak bazı mezhepler, bir ravinin rivayetini kabul etmek için, başka şartlar da aramışlardır. 

F- Sünnetin senet itibariyle taksimi:

Bir hadis, sened ve metin olmak üzere iki kısımdan meydana gelmektedir. Sened, raviler zinciri demektir. Usul alimleri, seneddeki ittisal ve inkıta itibariyle de, hadisleri iki kısma ayırmışlardır. 

a) Müsned (Muttasıl)  hadisler:

En son raviden, Peygamber (s. a. v. ) e kadar, bütün raviler zikredilmiş ve arada hiçbir ravi atlanmamışsa, bu hadise müsned (muttasıl)  hadis denir. Müsned hadisler, Hanefilerce ravilerin adetleri itibariyle mütevatir, meşhur ve ahad kısımlarına ayrılır. 

1- Mütevatir hadisler:

Mütevatir hadis, yalan üzere ittifakları mümkün olmayan bir cemaatin, rivayet ettiği hadislerdir. Bu tevatürün Hz. Peygamberden itibaren ilk üç asırda olması gerekir. Daha sonraki devirlerde tevatürün gerçekleşmesi dikkate alınmaz. Çünkü bu üç asırda hadisin tedvini tamamlanmıştır. 

Mütevatir hadisler de iki kısma ayrılır: Lafzan mütevatir, manen mütevatir. 

Lafzan mütevatir: Bütün ravilerin rivayetlerinin gerek lafız, gerek manada bir olmasıdır. Bu tür hadis azdır. Mesela, "Kim bilerek bana yalan söz isnad ederse, cehennemdeki yerine hazırlansın" (Buhari)  hadisi böyledir. 

Manen mütevatir olan hadisler ise, lafızlarda farklılık olmakla birlikte, manada bütün ravilerin birleştiği hadislerdir. Bu nevi hadisler çoktur. Mesela, namazların vakitleri, rekatları, abdestin nasıl alınacağı gibi . 

Mütevatir Sünnetin, Hz. Peygambere isnadı kesin olduğu için, onunla amel etmek farzdır ve inkarı küfrü gerektirir. Mütevatir Sünnetin lafzı, yoruma ihtimali olmadıkça, bu nevi Sünnetin delalet ettiği hükümlerde, ihtilafa yer yoktur. 

2-Meşhur hadisler :

Meşhur hadis Hz. Peygamberden bir veya iki ravi rivayet ettiği halde, sonradan Müslümanlar arasında şöhret bulup hicri II. ve III. asırda tevatür derecesine ulaşan hadislerdir. Mestler üzerine meshin cevazı hakkındaki hadis, bu kabildendir. Aynı şekilde kadının, halasının veya teyzesinin üzerine nikahlanmasının haramlığı hakkındaki hadis de, meşhur hadise misal olarak verilebilir. 

Meşhur hadisler, kesine yakın bir bilgi ifade ederler. Müslümanlar arasında meşhur olması cihetiyle kalbi tatmin edecek bir kuvvete ulaşmışlardır. Artık bu hadisleri inkar eden, yani bunun hadis olduğuna kanaat getirmeyen kimse, itimatsızlık göstermesi sebebiyle Müslümanlar arasında fasık sayılır. Meşhur hadislerle; Kur’an'da mevcut olmayan hükümler sabit olur. 

3-Ahad hadisler :

Hz. Peygamberden itibaren, ilk üç asırda, bir ravinin bir raviden veya bir cemaatten veya bir cemaatin bir raviden rivayet ettikleri hadislerdir. Sünnetin büyük bir kısmı ahad hadislerle sabit olmuştur. 

Ahad hadis, zanni bilgi ifade eder, yani kesin bilgi ifade etmez. Çünkü bu hadislerin Hz. Peygambere isnadında şüphe vardır. Böyle hadislerin ravilerinde bir takım şartlar aranır. Ravilerde bu şartlar bulunursa, rivayet ettikleri hadisin kabulü gerekir. Ancak bu hadisler ile, sadece ibadet ve muamelat ile ilgili konularda amel edilebilir. Bu hadisleri inkar eden kafir sayılmaz, fakat bid'at ehlinden sayılır. 

Haber-i vahidin kabulü için imamlar bir takım şartlar ileri sürmüşlerdir. Biz Hanefilerin ileri sürdüğü şartları zikredelim:

a)  Haber-i vahit, Kur’an ve meşhur Sünnete aykırı olmamalıdır . Mesela, Fatıma bt. Kays'ın kendisine nafaka ve ev takdir edilmemiş olduğuna dair rivayet ettiği hadis, ondan daha kuvvetli olan "Onları gücünüz ölçüsünde oturduğunuz yerin, bir bölümünde oturtun…" (Talak:6)  ayetine sarahaten aykırı bulunmuştur. Aynı şekilde İbn Abbas’ın rivayet ettiği bir hadise göre, Hz Peygamber (s. a. v. ) , bir hadisede sadece bir şahidi dinlemiş, bir de davacıya yemin ettirerek hüküm vermiştir. (Darekutni) . Bu hadis ise ondan da kuvvetli ve meşhur olan "Beyyine getirmek davacıya, yemin ise davalıya düşer" (Tilmizi)  hadisine sarahaten aykırı bulunmaktadır. 

b) Haber-i vahid çok tekrarlanan bir hususla ilgili olmamalıdır. Ebu Hüreyre, Peygamberin namazlarda besmeleyi cehren okuduğunu rivayet etmiştir. Halbuki bu hadisi, diğer sahabiler nakletmemişlerdir. Şayet peygamber, besmeleyi namazlarda cehren okumuş olsaydı bu durum diğer sahabeye gizli kalmazdı, onlar da rivayet ederlerdi. 

c) Haber-i vahidi rivayet eden ilk ravinin, fakih olması gerekir:

Bir hadisi Hz. Peygamberden rivayet eden ravi, hakkı ile fakih, ictihada kadir ve hadis rivayeti ile ma'ruf ise, rivayet ettiği hadis, kıyasa muhalif olsa bile kabul olunur. Dört halife, İbn Abbas, İbn Ömer, İbn Mesud, Abdullah b. Amr, Zeyd b. Sabit, Muaz b. Cebel ve Hz. Aişe (r. anh. )  Bu kabil ravilerdendir. 

d) Haber-i vahidin ravisi, rivayetle maruf olduğu halde, hakkı ile müctehid değilse, rivayet ettiği hadis, kıyasa uygun ise onunla amel edilir. Uygun değilse amel edilmez. Ebu Hureyre, Enes b. Malik bu kabil ravilerdendir. 

e) Fakih olmayan ve hadis rivayetiyle de meşhur olmayan, sadece bir kaç hadis rivayet ettiği bilinen bir ravinin rivayet ettiği hadis, selef arasında zahir bulunursa bakılır:Şayet selef bunu kabul etmişse veya bazıları kabul etmiş, bazıları kabul etmemişse, yada kıyasa uygun bulunmuş ise kabul edilir. 

f) Ravinin, rivayet ettiği hadise aykırı amelde bulunmaması gerekir . Mesela, Ebu Hureyre'nin rivayet ettiği “Birinizin kabına köpek batarsa, o birisi temiz toprakla olmak üzere, onu yedi defa yıkasın " (Buhari)  hadisini Ebu Hanife kabul etmemiştir. Çünkü Ebu Hureyre, bu hadisle kendisi de amel etmemiştir. Ebu Hureyre, böyle bir kabı üç kere yıkamakla yetinmiştir. İşte bu durum o hadisi rivayet yönünden zaafa uğratmakta, hatta onun Ebu Hureyre'ye nispetini dahi şüpheli bir hale sokmaktadır. 

b) Mürsel (Münkatı)  hadisler:

Ravilerden biri veya bir kaçı zikredilmeden rivayet edilen hadislere, mürsel hadis denir. 

Mürsel hadisler, sahabe mürseli, tabiin ve etbeut-tabiin'in mürseli ve daha sonrakilerin mürseli olmak üzere üçe ayrılır. 

Sahabe mürseli ile amel etmek, bil-icma vaciptir . Çünkü sahabenin hepsi adildir. 

Tabiin ve etbeut-tabiin mürselleri, Hanefi mezhebince huccettir. Maliki ve Hanbelilerin görüşü de böyledir. Daha sonraki dönemdeki ravilerin mürselleri konusunda ihtilaf vardır. 

G- Sünnetin hükümlere delaleti :

Sünnet'in bir kısmının sübutu kat'i, bir kısmının sübutu ise zannidir. Sünnet'in manaya delaleti yönünden de, kat'i ve zanni olduğu muhakkaktır. Bu bakımdan hadisler sübut ve delalet yönünden dört kısma ayrılmaktadır. 

1-Hem sübut, hem de delaleti kat'i olan hadisler:Bunlar, manaları açık olan mütevatir hadislerdir. Hanefilere göre meşhur hadisler de böyledir. 

2-Sübutu Kat'i olduğu halde, delaleti zanni olan hadislerdir. Bunlar tevatüren nakledildiği halde, manaları açık olmayan hadislerdir. 

3-Sübutu zanni, delaleti kat'i olan hadisler:Manaları çok açık olan haber-i vahidler böyledir. 

4-Hem sübutu hem de manaya delaleti zanni olan hadisler:Manaları açık olmayan haber-i vahidler böyledir. 

Bu dört kısımdan birincisi kat'i delildir, diğerleri biri diğerine nispeten, derece derece zanni bir delildir. 

"Beş devenin zekatı bir koyundur”hadisinin manaya delaleti kat'idir. Çünkü bu hadisten, beş devesi bulunan bir şahsın bir koyunu, zekat olarak vermesinin vacip olduğu hükmü çıkarılır. "Fatihasız namaz olmaz"hadisinin manaya delaleti ise zannidir. Çünkü bu hadis, çeşitli şekillerde te'vil edilip anlaşılabilir:Nitekim mezheplerin bu hadisi aşağıdaki şekillerde te'vil ettiklerini görmekteyiz:

a) Fatiha suresini okumadan kılınan namaz, sahih ve eda edilmiş olmaz. Bu görüş, cumhuru fukahaya aittir. 

b) Tam ve kamil namaz, ancak fatiha suresiyle olabilir. Bu görüş ise Hanefilere aittir.