Cömertlik Ve Îsâr

Cömertlik, Allah Teâlâ’nın kişiye verdiği nimetlerden kendisinin de başkalarına seve seve Allah (cc.) için verebilmesidir. Bundaki asıl amaç, Allah Teâlâ’nın rızasını kazanmaktır. Başkalarının ihtiyacını karşılayarak sıkıntılarını giderme de ayrıca insanı mutlu eder. Böyle iyi niyetli bir kulda zaten şefkat ve merhamet duyguları gelişmiş olduğundan başkalarına, özellikle de yoksullara, kimsesizlere, çaresizlere karşı cömert olur, Allah için infak eder, ihtiyacı olanların ızdırabını gidermekle huzur bulurlar. Bu huzur ve mutluluk amaç değil, sonuçtur.

Cömertliğin zıddı cimriliktir. Allah(cc.)' ın hiç sevmediği ve Cennetinden uzak ettiği bir kötü huydur. Allah (cc.) buyurur ki:

“Şüphesiz Allah, kibirlenen ve övünen kimseyi sevmez. Onlar ki hem kıskanır, cimrilik ederler, hem de herkese cimrilik tavsiye ederler ve Allah'ın kendilerine lütfundan verdiği nimeti gizlerler. Biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırladık.”

[1]

“Ey iman edenler! İnfakı gerek kazandıklarınızın, gerek sizin için yerden çıkardıklarımızın temizlerinden yapın. Kendinizin göz yummadan alıcısı olamayacağınız fenasını vermeye yeltenmeyin. Biliniz ki, Allah sadakalarınıza muhtaç değildir ve hamde, şükre ve övgüye layık olandır. Şeytan sizi fakirlikle korkutup çirkin şeylere teşvik eder. Allah da lütfundan ve bağışlamasından birtakım vaatlerde bulunuyor. Allah'ın lütfu geniştir. O her şeyi bilendir.”

[2]

 Resûlullah (sav) buyurdular ki:

“İki haslet vardır ki bir mü'minde asla beraber bulunmazlar: Cimrilik ve kötü ahlâk."

[3]

Ancak cömertçe verirken bile ölçülü olmalı, malın tamamını verip de kendisini ve ailesini dilenci durumuna düşürmemelidir:

“Elini boynuna asıp bağlama (cimri olma), hem de onu büsbütün açarak saçıp savurma (israf etme); aksi halde kınanmış olursun ve eli boş açıkta kalırsın

[4]

.

Cömert adam, verdiğinden dolayı maddî manevî bir karşılık beklemez. Minnet edip başa da kakmaz. Zaten bir çıkar endişesi ile veya gösteriş için yapılan iyiliklerin hiçbir ecri ve sevabı yoktur.

Resulullah(sav) Efendimiz cömertlikte yağmur gibiydiler. Adeta “yok” dedikleri yoktu. Olursa verir, olmazsa vaderdi. Kendisine geleni bir gün bile bekletmez, dağıtırdı. Abdullah İbnu'ş Şihhîr (ra) anlatıyor:

"Resûlullah (sav) ‘Elhâkümü't-tekâsür’ sûresini okurken yanına geldim. Bana: ‘İnsanoğlu malım malım der. Halbuki âdemoğlunun yiyip tükettiği, giyip eskittiği ve sağlığında tasadduk edip gönderdiğinden başka kendisinin olan neyi var? (Gerisini ölümle terkeder ve insanlara bırakır’ dedi."

[5]

Resulullah(sav) Efendimiz hem alan, hem de veren açısından verilen sadakanın azımsanmamasını, cömert olmak için de zenginliğin beklenmemesini emrederdi: Bir rivayette de şöyle:

"Sizden kim, bir yarım hurma ile de olsa ateşten korunabilirse, bunu yapsın''.

[6]

Ebu Hüreyre (ra.) anlatıyor: "Bir gün: "Ey Allah'ın Resülü! Hangi sadaka daha üstündür?''.denildi. Buyurdular ki: "Fakirin cömertliğidir. Sen, bakımıyla mükellef olduklarından başla."

[7]

İşte onun sık yaşadığı olaylardan birisi: Hz. Cabir (ra.) anlatıyor: 

"Resulullah (sav.)'a üstü başı yok, ayakları çıplak, sadece kaplan postu gibi çizgili bedevi peştamalı -veya abalarına- sarınmış, kılıçları boyunlarında asılı oldukları halde hepsi de Mudarlı olan bir grup geldi. Onların bu fakir ve sefil halini görmekten Resulullah (sav)ın yüzü değişti. Odasına girdi tekrar geri geldi. Hz. Bilâl'e ezan okumasını söyledi. O da ezan okudu, sonra kamet getirdi. Namaz kılındı. Efendimiz (sav) namazdan sonra cemaate şöyle hitabetti:

-Ey insanlar! “Sizi tek bir nefisten yaratıp, ondan zevcesini halk eden ve ikisinden de pek çok erkek ve kadın var eden Rabbinizden korkun. Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'ın ve akrabanın haklarına riayetsizlikten de sakının. Allah şüphesiz hepinizi görüp gözetmektedir" (Nisâ 1) ayetini okudu. Bundan sonra Haşir suresindeki şu âyeti okudu: "Ey insanlar, Allah'tan korkun. Herkes yarına ne hazırladığına baksın. Allah'tan korkun, çünkü Allah işlediklerinizden haberdardır"

[8]

.

Resulullah sözüne devamla: "Kişi dinarından, dirheminden, giyeceğinden, bir sa' buğdayından, bir sa' hurmasından tasaddukta bulunsun. Hiçbir şeyi olmayan, yarım hurma da olsa mutlaka bir bağışta bulunmaya gayret etsin" buyurdu.

Derken Ensâr'dan bir zât, nerdeyse taşıyamayacağı kadar ağır bir bohça ile geldi. Sonra halk sökün ediverdi, herkes bir şey getirmeye başladı. Öyle ki, az sonra biri yiyecek, diğeri giyecek maddesinden müteşekkil iki yığının meydana geldiğini gördüm. Resulullah (sav.) memnun kalmıştı, yüzünün yaldızlanmış gibi parladığını gördüm. Şöyle buyurdular:

"İslam'da kim bir hayırlı yol açarsa, ona bu hayrın ecri ile, kendisinden sonra o hayrı işleyenlerin ecrinin bir misli verilir. Bu, onların ecrinden hiçbir şey eksiltmez de. Kim de İslâm'da kötü bir yol açarsa, ona bunun günahı ile kendinden sonra onu işleyenlerin günahı da verilir. Bu da onların günahından hiçbir eksilmeye sebep olmaz.''

[9]

İsar

İsar, cömertliğin zirvesidir. Yani îsar bir şeyi, kendisi de ona muhtaç olmasına rağmen, tutup ihtiyacı olan başka bir kişiye gönül hoşluğu ile vermektir. Bir başka ifadeyle “din kardeşini kendisine tercih etmek” demek olan isar, cömertliğin de üstünde bir huydur. Maddeciliğin ve menfaatçiliğin çok yaygın olduğu bu zamanda “canım böyle insan olur mu?” gibi bir itirazı duyar gibi oluyorum. İslam medeniyetinin yaşandığı devirlerde böyle faziletli insanlar çoktu. Allah Teâlâ’nın şu ayette Müslümanların bu ahlakına şahitlik yaptığını görüyoruz:

“Ve onlardan önce o yurda yerleşen imana sarılanlar kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden ötürü göğüslerinde bir ihtiyaç duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi, onları öz canlarına tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar umduklarına erenlerdir.”

[10]

Bu ayetlerin iniş sebebi olarak anlatılan şu olaylar, isarı ne güzel açıklar: “Buharî, Müslim, Tirmizî, Nesaî ve daha başkaları Ebu Hureyre'den şu rivayeti nakletmişlerdir: "Resulullah (s.a.v)'a bir adam geldi,

- “Ya Resulullah! Bana zaruret isabet etti, açlıktan dermansız kaldım." dedi.

Resulullah (s.a.v) yakınlarına haber gönderdi, ancak onların yanlarında hiçbir şey bulunmadı. Bunun üzerine Hz. Peygamber,

- “Bu adamı bu gece misafir edecek kimse yok mu, ki Allah ona rahmet buyursun?" dedi.

Derhal Ensâr'dan bir zât -Ebu Talhâ olduğu zikredilir- ayağa kalktı

- "Ben Ya Resulullah" diye cevap verdi.

Ve hemen adamı alıp evine götürdü. Sonra da hanımına

- “Resulullah'ın misafirine ikram et" diye tenbihde bulundu. Hanımı,

- “Vallahi benim yanımda bir kız çocuğumun yiyeceğinden başka bir şey yoktur." dedi. Kocası da ona,

- "O halde kız çocuğu akşam yemeği istediği zaman onu uyut, kandili de söndürüver, Resulullah'ın misafiri için biz bu geceyi aç geçiştiriverelim." dedi.

Ve gerçekten öyle yaptılar. Karanlıkta misafir yemeğin azlığını ve ev sahiplerinin yemediğini fark edemedi. Onlar da yiyormuş gibi ellerini sofraya uzatıp ağızlarına götürüyorlardı. Sonra o ve misafiri Resulullah'ın yanına vardı. Resulullah ona,

- “Bu gece Allah falan ve falandan son derece hoşnut oldu." dedi.

Allah Teâlâ da onların hakkında bu âyeti indirdi. "Kendilerinde bir ihtiyaç olsa bile, onları kendilerine tercih ederler."        

Hakim, İbnü Merdeveyh ve Şuab'da Beyhakî, İbn Ömer'den (r.a) şöyle rivayet etmişlerdir:

"Resulullah'ın sahabilerinden birine bir koyun başı hediye edildi. O da, "Kardeşim falan ve ailesi buna bizden daha fazla muhtaçtır." dedi ve hediyeyi ona gönderdi. O da bir başkasına derken bu suretle tam yedi ev dolaştı ve nihayet yine öncekine dönüp geldi. Bunun üzerine âyeti nazil oldu."

Bunlar, yalnız âyetin iniş sebebiyle ilgili rivayetlerdir. Yoksa Ensâr olsun muhacir olsun ashâb'ın böyle nice başkalarını kendilerine tercih ediş örnekleri vardır. Ancak bu iki rivayet bile yeterlidir. Biz dünyaya İslam’ı arz ederken, onların da hüsnü kabulle karşılamaları için, bizi bu ahlak ve fazilette görmeleri gerekir. İnsanları söz değil iş etkiliyor. O yüzden “din muameledir” diyor, kendimizi ve kardeşlerimizi ve İslam’a ashap olmaya davet ediyoruz.


[1]

Nisa, 36-37.

[2]

Bakara, 267-268.

[3]

Tirmizî, Bir 41, (1963).H.

[4]

İsra, 29.

[5]

Müslim, Zühd 3, 4, (2958); Nesâî, Vesâya 1 (6, 238); Tirmizî, Tefsir, Tekâsür, (3351).

[6]

Buhari, Zekât 10, 9, Menâkıb 25, Edeb 34, Rikâk 49, 51, Tevhid 24, 36; Müslim, Zekât 66-67, (1016); Nesâi, 63, (5, 74-75).

[7]

Ebu Dâvud, Zekât 40, (1677).

[8]

Haşr 18.

[9]

Müslim, Zekât 69, (1017); Nesâi, Zekât 64, (5, 75 - 76).

[10]

Haşr, 9.