Gıybet

Gıybet

Gıybet, yani dedikodu, bir kimsenin arkasından duyarsa hoşlanmayacağı bir şey söylemektir.  Hz. Peygamber (s.a.v.):

- "Bilir misiniz gıybet nedir?" diye sordu. 

- "Allah ve Resulü daha iyi bilir" dediler. 

- "Kardeşini, hoşlanmayacağı bir şeyle anmandır. " buyurdu. 

- "Ya söylediğim şey kardeşimde varsa?" denildi. 

- "Eğer söylediğin onda varsa gıybet etmiş olursun.  Eğer yoksa o vakit ona iftira etmiş olursun. " buyurdu. (Ebu Davud, Edeb 40, (4874); Tirmizi, Birr 23, (1935); Müslim, Birr 70, (2589).)

Bir adam, kardeşinin günah ve kusurlarını, ona esirgeyip kayırdığı için, değer verip özen gösterdiği için söylerse o gıybet olmaz.  Gıybet ancak öfke şekliyle ve sövme kastedilerek anmaktır denmiştir. 

Bundan dolayı kötülüğü gidermek için, fetva almak, şerrinden korunmak veya 'topal" demek gibi tarif etmek için olursa gıybet olmaz. 

Bunun gibi, işlediği fıskı, zulmü kendisi açıklayan bir kimsenin fıskını, zulmünü konuşmak yine gıybet olmaz.  Lâkin başka bir ayıbını zikretmek gıybet olur.

Demek ki kalpteki niyeti çok iyi değerlendirmek gerekir. Bu konuda nefsin hilelerine karşı uyanık olmak gerekir. İyi niyet gösterisinde bulunarak aslında kötülüğü isteyebilir. Nefislerimizin hile ve şerlerinden Allah Teâlâ’ya sığınırız.

Gıybet de çesit çeşittir.  Gıybet edip de, “ben gıybet etmiyorum, onda olanı söylüyorum,” demek, fakih Ebulleys'in “Tenbih”te uyardığına göre “kesin olan haramı, helal saymak” olduğu için küfürdür.

Ancak tekfir ciddi bir konudur, biz bu gibi durumlarda tembihimizi yapalım ama kimseyi de tekfir etmeyelim.

Gıybetten tövbede bakılır: Eğer ettiği gıybet, gıybet edilen kimseye ulaşmışsa, bu günahtan helalleşmedikçe tövbesi tamam olmaz.  Çünkü eziyet etmiş, kul hakkı oluşmuştur.  Eğer ulaşmamışsa, duyurup da üzmeye, dolayısıyla o kimseden helallik dilemeğe gerek yoktur, tövbe etmeli ve benzer meclislerde onu, yerdiğine karşılık övmelidir.

Yukarıda metnini yazdığımız Hucurat 12. ayetinin iniş sebebi olarak şu olay anlatılır:

Bir seferde Selmân-i Fârisî (ra) sefer masraflarını karşılamalarına bedel sahabeden iki kimseye hizmet eder, yemeklerini yapardı.  Bir gün işinden uyuya kalmıştı.  Bunun üzerine bir katık istemek için onu Peygamber'e gönderdiler.

Peygamberin yemeğine de Üsâme (ra) bakıyordu, “yanımda bir şey yok” dedi, Selman da gidip haber verdi.  O iki zat aralarında Selman hakkında "Biz onu taşkın bir kuyuya göndersek suyu çekilir" demişlerdi. 

Sonra bu iki zat Resulullah'ın huzuruna vardıklarında Resulullah "Niye ben sizin ağızlarınızda et yeşilliği görüyorum?" buyurdu, “et yemedik” dediler, "Her halde siz gıybet etmişsiniz." Buyurdu.  Olay üzerine bu âyet inmiştir.          

Bakar mısınız, gıybetin günahı ne kadar büyüktür!  Ayet ne diyordu ona?

“Ölü kardeşinin etini yemek”. 

Yani mezardan ölü kardeş çıkarılıyor, kokmuş, belki de kurtlanmış etini iştahla yeniliyor. Bu nasıl bir canavarlıktır?

Böyle yapan toplumdaki kardeşliği, birlik ve beraberliği yiyor, farkında değil.

İşte peygamber diliyle gıybet yapanın göreceği karşılığı: Hz.  Enes (ra.) anlatıyor:

"Resûlullah (sav) buyurdular ki: "Mirac gecesinde, bakır tırnakları olan bir kavme uğradım.  Bunlarla yüzlerini ve göğüslerini tırmalıyorlardı.  "Ey Cebrail! Bunlar da kim?" diye sordum.  "Bunlar,” dedi, “insanların etlerini yiyenler, ırzlarını ve şereflerini ayakaltına alanlardır. " (Ebu Davud, Edeb 40, (4878, 4879).)